Büyük Mücadele
1.—Yeruşalim’in Yikilişi
“Keşke sen, evet sen, hiç değilse senin bu gününde, esenliğin için olan şeyleri bilmiş olsaydın! Ama şimdi onlar senin gözlerinden gizlenmişlerdir. Çünkü senin üzerine günler gelecek ki, düşmanların çevrene siper yapacak ve etrafını kuşatıp seni her yandan sıkıştıracaklar; seni ve senin içindeki çocuklarını yere çalacaklar; ve sende taş üstünde taş bırakmayacaklar; çünkü sen ziyaretinin vaktini bilmedin” (Luka 19:4244 [Kİ]). BM18 21.1
İsa, Zeytin Dağı’nın zirvesinden Yeruşalim’e baktı. Önünde hoş ve huzurlu bir manzara uzanıyordu. Fısıh mevsimiydi ve Yakup’un çocukları büyük ulusal bayramı kutlamak üzere dünyanın dört bucağından gelerek orada toplanmışlardı. Bağların, bahçelerin ve hacıların çadırlarının kurulu olduğu yeşil yamaçların arasında, taraçalı yokuşlar, görkemli saraylar ve İsrail’in başkentinin heybetli kaleleri yükseliyordu. Siyon’un kızı, gurur içinde, sanki “Tahtında oturan bir kraliçeyim; asla yas tutmayacağım” der gibiydi; o zaman da hoştu ve kendini Gök’ün lütfundan emin olarak görüyordu, tıpkı asırlar önce kraliyet ozanının söylediği ezgide olduğu gibi: “Yükselir zarafetle, bütün yeryüzünün sevinci Siyon Dağı... ulu Kral’ın kenti” (Mezmur 48:2). Tapınağın muhteşem binaları tüm manzarayı dolduruyordu. Batmakta olan güneşin ışınları, mermer duvarların kar gibi beyazlığını aydınlatıyor, altın kapıdan, kuleden ve kulenin sivri tepesinden parıltıyla yansıyordu. “Güzelliğin doruğu”, Yahudi ulusunun gururu olarak ayakta duruyordu. Hangi İsrail çocuğu bu manzaraya sevinç ve hayranlık coşkusu duymadan bakabilirdi ki! Ancak İsa’nın zihnini çok farklı düşünceler meşgul ediyordu. “İsa Yeruşalim’e yaklaşıp kenti görünce ağladı” (Luka 19:41). Muzaffer girişin herkese yayılan sevincinin arasında, hurma dalları sallanırken, memnun ‘Hozana’lar’ tepelerden yankılanırken ve binlerce kişi O’nu kral ilan ederken, dünyanın Kurtarıcısı ani ve gizemli bir kederle bunalmıştı. O, Allah’ın Oğlu, İsrail’in Vaat Edilmiş Olanı, gücüyle ölümü yenen ve tutsaklarını mezardan çağıran Kişi, sıradan bir kederden değil, yoğun ve bastırılamaz bir ızdıraptan ötürü gözyaşları içindeydi. BM18 21.2
Ayaklarının nereye doğru yöneldiğini biliyor olmasına rağmen, gözyaşları kendisi için değildi. Önünde, yaklaşmakta olan ızdırabının olay yeri, Getsemani bahçesi uzanıyordu. Yüzyıllar boyunca kurban edilecek hayvanların geçirildiği, “kesime götürülen kuzu gibi” götürüldüğünde O’nun için açılacak olan Koyun Kapısı da görüş alanındaydı (Yeşaya 53:7). Çarmıha gerilme yeri olan Golgota, pek de uzakta değildi. Mesih’in yakında geçeceği yolun üzerine, O kendi canını günah sunusu yaparken, büyük karanlığın dehşeti düşmeliydi. Ancak bu mutluluk saatinde O’nun üzerine gölge salan şey, bu sahnelerin beklentisi değildi. Kendi çekeceği insanüstü ızdırabın hiçbir önsezisi, o özverili ruhu karartamazdı. Yeruşalim’in, kendisinin kutsamaya ve kurtarmaya gelmiş olduğu insanların körlüğü ve tövbesizliği nedeniyle, mahvolmaya mahkûm olan binlerce sakini için ağladı. BM18 22.1
Allah’ın seçilmiş halka gösterdiği özel lütfu ve koruyucu gözetiminin bin yıldan uzun tarihi, İsa’nın gözleri önündeydi. Allah’ın Oğlu’nun sunulmasının simgesi olarak, vaat oğlunun, karşı koymayan bir kurbanın bağlanarak sunağa yatırıldığı Moriya Dağı vardı. Orada bereket antlaşması, Mesih’e dair görkemli vaat, imanlıların babasına doğrulanmıştı. Yaratılış 22:9, 1618. Orada, Ornan’ın harman yerinden göğe yükselen kurban alevleri, yıkım meleğinin kılıcını geri çevirmişti (1. Tarihler 21) - Kurtarıcı’nın kurbanlığının ve günahlı insanlar için aracılığının yerinde bir simgesiydi. Yeruşalim, Allah tarafından tüm dünyanın üzerinde şereflendirilmişti. Rab “Siyon’u seçti, onu konut edinmek istedi” (Mezmur 132:13). Orada, kutsal peygamberler çağlar boyunca uyarı mesajlarını iletmişlerdi. Orada, rahipler 1 buhurdanlarını sallamışlar, buhur dumanı, tapınanların dualarıyla birlikte, Allah’ın önüne yükselmişti. Orada, her gün kesilen kuzuların kanları sunularak, Allah’ın Kuzusuna işaret etmişlerdi. Orada, Yehova 2 kendi mevcudiyetini Bağışlanma Kapağı’nın üzerinde görkemli bir bulutta göstermişti. Yeryüzünü gökle birleştiren gizemli merdivenin dayanağı oradaydı (Yaratılış 28:12; Yuhanna 1:51) - o merdivenden Allah’ın melekleri inip çıkıyorlardı ve en kutsal yere giden yolu dünyaya açıyordu. İsrail bir ulus olarak Göğe bağlılığını sürdürmüş olsaydı, Yeruşalim Allah’ın seçilmişi olarak sonsuza dek ayakta kalacaktı (Yeremya 17:21-25). Fakat o ayrıcalıklı halkın tarihi döneklikle ve isyanlarla doluydu. Gök’ün lütfuna karşı direnmişler, ayrıcalıklarını suistimal etmişler ve ellerine geçen fırsatları küçümsemişlerdi. BM18 22.2
İsrail’in “Tanrı’nın ulaklarıyla alay ederek sözlerini küçümse[miş], peygamberlerini aşağıla[mış]” (2. Tarihler 36:16) olmasına rağmen, Allah yine de kendisini “RAB, acıyan, lütfeden, tez öfkelenmeyen, sevgisi engin ve sadık Tanrı” (Mısırdan Çıkış 34:6) olarak onlara göstermiş; defalarca yinelenen inkârlarına rağmen, O’nun merhameti arabuluculuğuna devam etmişti. Allah, bir babanın üzerine titrediği oğluna duyduğu şefkatli sevgiden de fazlasını göstererek, “erken davranıp göndererek, ulaklarının elile onlara gönderdi, çünkü kavmına ve meskenine acıyordu” (2. Tarihler 36:15 [KM]). Yakınma, rica ve azar işe yaramadığında, onlara göğün en iyi armağanını göndermiş; daha doğrusu, tüm göğü bu tek Armağan’da yağdırmıştı. BM18 23.1
Tövbesiz kente arabuluculuk etmek için Allah’ın Oğlu bizzat gönderilmişti. İsrail’i Mısır’dan iyi bir asma olarak çıkaran Mesih’ti (Mezmur 80:8). Ondan önce ulusları kendi eliyle oradan kovmuştu. Onu “toprağı verimli bir tepede” dikmişti. Koruyucu gözetimi ile, çevresini çitle çevirmişti. Onu beslemek üzere hizmetkârları gönderilmişti. “Bağım için yapmadığım ne kaldı?” diye sesleniyor (Yeşaya 5:14). O üzüm vermesini beklerken, bağ yaban üzümü vermişti, yine de özlem dolu bir verimlilik umuduyla, ola ki yıkımdan kurtarılabilir diyerek, kendi bağına bizzat gelmişti. Bağını çapalamış, budamış ve üzerine titremişti. Kendi diktiği bağı kurtarmak için yorulmak bilmez bir şekilde çabalamıştı. BM18 24.1
Işık ve yücelik Rabbi üç yıl boyunca kendi halkının arasında dolaştı. “Her yanı dolaşarak iyilik yapıyor, İblis’in baskısı altında olanların hepsini iyileştiriyordu,” kırık kalpleri onarıyor, tutsakları özgürlüğe kavuşturuyor, körlerin gözlerini açıyor, kötürümleri yürütüyor, sağırların kulaklarını açıyor, cüzamlıları temiz kılıyor, ölüleri diriltiyor ve müjdeyi yoksullara duyuruyordu (Elçilerin İşleri 10:38; Luka 4:18; Matta 11:5). Lütufkâr çağrı, tüm sınıflardan insanlara yöneltilmişti: “Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm” (Matta 11:28). BM18 24.2
İyiliğine kötülük, sevgisine nefretle karşılık verilmiş olmasına rağmen (Mezmur 109:5), merhamet hizmetini kararlılıkla sürdürdü. O’nun lütfunu arayanlar hiçbir zaman geri çevrilmedi. Günlük kısmetinde azarlamalar ve yokluk olan evsiz bir gezgin olarak, insanların ihtiyaçlarına hizmet etmek ve dertlerini hafifletmek için yaşadı, yaşam armağanını kabul etmeleri için onlara yalvardı. O inatçı yüreklerin geriye püskürttüğü merhamet dalgaları, şefkatli ve tarifsiz sevginin daha yoğun sağanağı halinde geri döndü. Ancak İsrail, en iyi Dostu’na ve tek Yardımcısı’na sırt çevirmişti. O’nun sevgisinin yalvarmaları hor görülmüş, öğütlerine burun kıvrılmış, uyarılarıyla dalga geçilmişti. BM18 24.3
Umut ve bağışlanma saati hızla gelip geçiyordu; Allah’ın çoktan beridir ertelenerek bekletilen gazap kâsesi neredeyse dolmuştu. Çağlar boyunca bir araya toplanan sapkınlık ve isyan bulutları, şimdi sıkıntıdan kararmış bir şekilde suçlu halkın üstüne yağmak üzereydi; yaklaşmakta olan sonlarından onları kurtarabilecek tek Kişi ise hor görülmüş, itilip kakılmış, reddedilmişti ve yakında çarmıha gerilecekti. Mesih Golgota’daki çarmıha gerildiğinde, İsrail’in ayrıcalıklı ve Allah’ın bereketiyle kutsanmış bir halk olarak geçirdiği süre sona erecekti. Tek bir canın bile kayıp olması dünyanın kazançlarından ve hazinelerinden sonsuz kez ağır basan bir felakettir; fakat Mesih Yeruşalim’e bakarken, tüm kentin, tüm ulusun akıbeti gözleri önüne serildi - o kent, o ulus ki, bir zamanlar Allah tarafından seçilmiş, O’nun öz hazinesi olmuştu. BM18 25.1
Peygamberler, İsrail’in sapkınlığına ve onların günahlarının neden olduğu korkunç yıkımlara ağlamışlardı. Yeremya gözlerinin bir gözyaşı kaynağı olmasını, böylece halkının öldürülenleri için, sürgüne gönderilen Rabb’in sürüsü için gece gündüz ağlayabilmeyi dilemişti (Yeremya 9:1; 13:17). Öyleyse, nebevi bakışı yılların değil, asırların ötesine uzanan o Kişi’nin kederi ne kadar daha büyük olacaktı! Uzun zamandan beridir Yehova’nın konutu olan kente karşı kılıcını kaldıran yıkım meleğini gördü. Zeytin Dağı’nın sırtından, tam da daha sonra Titus ile ordusu tarafından işgal edilecek olan noktadan, vadinin ötesindeki kutsal avlulara ve revaklara baktı, nemlenmiş gözleriyle, korkunç bir bakış açısından, düşman ordular tarafından kuşatılan duvarları gördü. Savaş düzenine geçen orduların ayak seslerini duydu. Kuşatılan kentte ekmek için yalvaran annelerin ve çocukların seslerini işitti. Kentin kutsal ve güzel evinin, saraylarının ve kulelerinin ateşe verildiğini ve bir zamanlar yükseldikleri yerde artık yalnızca için için yanan bir harabe yığını bulunduğunu gördü. BM18 25.2
Çağların ötesine bakarak, antlaşma halkının “çöl kıyısındaki harabeler gibi” dünyanın dört bucağına dağıldığını gördü. Halkın çocuklarının üstüne yağmak üzere olan dünyasal cezada, son yargıda son damlasına kadar içmek zorunda kalacakları gazap kâsesinin ilk yudumunu gördü. İlahî acıma, özlemle dolu sevgi, dokunaklı sözcüklerde ifade buldu: “Ey Yeruşalim! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşalim! Tavuğun civcivlerini kanatları altına topladığı gibi ben de kaç kez senin çocuklarını toplamak istedim, ama siz istemediniz.” Keşke sen, diğer tüm ulusların üzerinde kendisine ayrıcalık verilmiş olan ulus, ziyaretinin zamanını ve esenliğin için olan şeyleri bilmiş olsaydın! Adalet meleğini geciktirdim, seni tövbeye çağırdım, ancak boşuna. Senin reddettiğin yalnızca hizmetkârlar, elçiler ve peygamberler değil, fakat İsrail’in Kutsalı, senin Kurtarıcın. Yıkıma uğradıysan, bunun sorumlusu yalnızca sensin. “Siz, yaşama kavuşmak için bana gelmek istemiyorsunuz” (Matta 23:37; Yuhanna 5:40). BM18 26.1
Mesih Yeruşalim’de, imansızlık ve isyan ile katılaşan ve Allah’ın cezalandırıcı yargısına bir an önce uğramak için acele eden bir dünyanın simgesini görmüştü. Düşkün bir neslin kederleri, ruhuna baskı yaparak, dudaklarından o acı feryadın dökülmesine neden oldu. İnsanî sefalette, gözyaşlarında ve kanda izleri sürülebilen günahın tarihini gördü; dünyanın dertli ve ızdırap çeken halkına karşı kalbi sonsuz bir acıma duygusuyla doldu; onların her birini kurtarma özlemi duydu. Fakat O’nun eli dahi insanî acılar dalgasını tersine çeviremeyecekti; tek yardım Kaynakları’nı pek az kişi arayacaktı. Kurtuluşu onların ulaşabileceği yere getirmek için, ölüm pahasına da olsa ruhunu dökmeye istekliydi; fakat yaşama kavuşmak için pek azı O’na gelecekti. BM18 26.2
Gök’ün Yüceliği gözyaşları içinde! Sonsuz Allah’ın Oğlunun ruhu sıkıntılı, acı içinde eğiliyor! Bu sahne tüm göğü hayrete düşürdü. Bu sahne bize günahın ne kadar kötü olduğunu gösteriyor; suçluları Allah’ın yasasını çiğneme suçunun sonuçlarından kurtarmanın, Sonsuz Kudret için dahi ne denli zor bir görev olduğunu gözler önüne seriyor. Son nesle doğru bakan İsa, dünyanın, Yeruşalim’in yıkımına neden olanın benzeri bir aldanış içinde olduğunu gördü. Yahudilerin büyük günahı Mesih’i reddetmeleriydi; Hristiyan aleminin büyük günahı Allah’ın yasasını, yani O’nun gökteki ve yerdeki yönetiminin temelini reddetmek olacaktı. Yehova’nın ilkeleri hor görülecek ve duymazlıktan gelinecekti. Günahın tutsaklığındaki milyonlarca kişi, Şeytan’ın köleleri, ziyaret edildikleri gün gerçeğin sözlerini dinlemeyi reddederek, ikinci ölüme mahkûm olacaktı. Ne korkunç bir körlük! Ne tuhaf bir cazibe! BM18 27.1
Mesih Fısıh Bayramı’ndan iki gün önce, Yahudi önderlerin ikiyüzlülüğünü kınadıktan sonra tapınaktan son kez çıktığında, öğrencileriyle tekrar Zeytin Dağı’na gitti ve onlarla birlikte kente bakan çimenli bir yokuşa oturdu. Gözlerini bir kez daha kentin duvarlarında, kulelerinde ve saraylarında gezdirdi. Bir kez daha tapınağın göz kamaştırıcı ihtişamına, kutsal dağı taçlandıran güzelliğine baktı. BM18 27.2
Bin yıl önce mezmurcu, Allah’ın İsrail’in kutsal evini kendi meskeni edinerek ona lütufta bulunmasını şu sözlerle yüceltmişti: “Konutu Şalem’dedir, yaşadığı yer Siyon'da.” O, “Yahuda oymağını, sevdiği Siyon Dağı’nı seçti. Tapınağını doruklar gibi... yaptı” (Mezmur 76:2; 78:68, 69). İlk tapınak, İsrail tarihinin en müreffeh döneminde inşa edilmişti. Bu amaçla Kral Davut büyük hazineler biriktirmiş, inşa tasarıları ise ilahî ilhamla bildirilmişti (1. Tarihler 28:12, 19). Çalışmayı, İsrail krallarının en bilgesi olan Süleyman tamamlamıştı. Bu tapınak, dünyanın o zamana dek görmüş olduğu en muhteşem binaydı. Ancak Rab, Hagay peygamber aracılığıyla ikinci tapınağa dair bildiride bulunmuştu: “Yeni tapınağın görkemi, öncekinden daha büyük olacak.” ” ‘Bütün ulusları sarsacağım, onların özlediği kişi buraya gelecek. Ben de bu tapınağı görkemle dolduracağım.’ Böyle diyor Her Şeye Egemen RAB” (Hagay 2:9, 7). BM18 27.3
Tapınak, Nebukadnessar tarafından yıkılmasının ardından, Mesih’in doğumundan beş yüz yıl kadar önce, ömür boyu süren bir sürgünden harap halde ve neredeyse ıssız kalmış bir ülkeye geri dönen bir halk tarafından yeniden yapıldı. Aralarında Süleyman’ın tapınağının görkemini görmüş olan yaşlı adamlar vardı, öyle ki bunlar, yeni bina öncekine göre çok aşağı derecede olacağından, temelleri atılırken ağladılar. Hakim olan hava, peygamber tarafından etkili bir şekilde açıklanmıştır: “Aranızda bu tapınağı önceki görkemiyle gören kaldı mı? Şimdi size nasıl görünüyor? Bir hiç olarak görünmüyor mu?” (Hagay 2:3; Ezra 3:12). Bundan sonra da, bu ikinci evin görkeminin öncekinden daha büyük olacağına dair vaat verilmişti. BM18 28.1
Ancak ikinci tapınağın ihtişamı birincisine denk değildi, ilk tapınakta bulunan, ilahî mevcudiyetin gözle görünür belirtileriyle de kutsanmamıştı. Doğaüstü güç tezahür ederek, adanmasına damga vurmadı. Yeni kurulan tapınağı dolduracak bir görkem bulutu görülmedi. Sunağı üzerindeki kurbanı yakıp tüketecek bir ateş gökten düşmedi. Şekina 3artık en kutsal yerde, keruvların4 arasında bulunmuyordu; orada sandık, bağışlanma kapağı ve tanıklık levhaları da yoktu. Gökten ses gelerek, sorucu rahibe Yehova’nın isteğini bildirmiyordu. BM18 28.2
Yahudiler yüzyıllar boyunca Hagay peygamber aracılığıyla verilen Allah’ın vaadinin hangi bakımlardan gerçekleştiğini kanıtlamak için boş yere uğraştılar; fakat gurur ve imansızlık, zihinlerini peygamberin sözlerinin gerçek anlamına karşı kör etmişti. İkinci tapınak Yehova’nın görkem bulutuyla değil, Tanrılığın tüm doluluğu bedence kendisinde bulunan -bedende görünen Allah olanKişinin, yaşayan varlığıyla şereflendirildi. “Tüm ulusların özlediği Kişi” gerçekten de, Nasıralı Adam tapınağın kutsal avlularında ders verip hastaları iyileştirdiğinde, O’nun tapınağına gelmiş oldu. İkinci tapınak birincisinin görkemini Mesih’in varlığı ile ve yalnızca bu özelliğiyle aştı. Fakat İsrail göğün Armağanı’nı elinin tersiyle geri itti. O gün tapınağın altın kapısından dışarıya geçen alçakgönüllü Öğretmen’le birlikte, görkem sonsuza dek oradan ayrıldı. Kurtarıcı’nın sözleri daha o zaman yerine gelmişti: “Eviniz ıssız bırakılacak!” (Matta 23:38). BM18 28.3
Öğrenciler Mesih’in tapınağın yıkılışıyla ilgili öngörüsünden dolayı huşuya ve şaşkınlığa kapıldılar ve O’nun bu sözlerinin anlamını tam olarak öğrenmek istediler. İhtişamını daha da arttırmak için kırk yıldan beri tüm zenginlikler, çalışma ve mimari yetenekler oraya dökülmekteydi. Büyük Hirodes ona hem Roma hem de Yahudi hazinelerini hesapsızca harcamıştı, dünyanın imparatoru dahi onu hediyeleriyle zenginleştirmişti. Roma’dan özel olarak gönderilen, neredeyse olağanüstü boyutlardaki büyük beyaz mermer taşlar, yapının bir bölümünü oluşturuyordu; öğrenciler de Öğretmenleri’nin dikkatini bunlara çekerek şöyle dediler: “Şu güzel taşlara, şu görkemli yapılara bak!” (Markos 13:1). BM18 29.1
Isa ise bu sözlere ciddi ve hayrete düşüren şu yanıtı verdi: “Size doğrusunu söyleyeyim, burada taş üstünde taş kalmayacak, hepsi yıkılacak!” (Matta 24:2). BM18 29.2
Öğrenciler, Yeruşalim’in yıkılışı belirtildiğinde, bununla Mesih’in evrensel imparatorluğun tahtına oturmak, tövbesiz Yahudileri cezalandırmak ve ulusu Roma boyunduruğundan kurtarmak için dünyasal görkemle şahsi gelişinin olaylarını ilişkilendirdiler. Rab onlara ikinci kez geleceğini söylemişti. Bu nedenle Yeruşalim’in uğrayacağı yargıdan söz edilirken akılları bu dönüşe gitti; ve Zeytin Dağı’nda Kurtarıcı’nın etrafında toplandıklarında şöyle sordular: “Bu dediklerin ne zaman olacak, senin gelişini ve çağın bitimini gösteren belirti ne olacak?” (3. ayet). BM18 29.3
Gelecek, öğrencilerden merhametle gizlenmişti. Eğer o zaman iki korkunç gerçeği Kurtarıcı’nın acılarıyla ölümünü ve kentleri ile tapınaklarının yıkılışınıtam olarak anlamış olsalardı, dehşete kapılacaklardı. Mesih onlara zamanın sonundan önce gerçekleşecek olan önemli olayların özetini verdi. Sözleri o zaman tam olarak anlaşılmadı; ancak O’nun halkı bu sözlerde verilen talimatlara ihtiyaç duydukça, anlamları açılacaktı. Dile getirdiği peygamberlik sözlerinin anlamı iki yönlüydü; Yeruşalim’in yıkımını öngörürken, aynı zamanda o muazzam son günün dehşetlerini de önceden bildiriyordu. BM18 30.1
İsa, kendisini dinleyen öğrencilere sapkın İsrail’in uğrayacağı yargıları, bilhassa Mesih’i reddetmelerinden ve çarmıha germelerinden ötürü üzerlerine gelecek olan cezalandırıcı intikamı anlattı. Olaylar korkunç doruk noktasına ulaşmadan önce, apaçık belirtiler görülecekti. Korkulan saat aniden ve hızla gelecekti. Ve Kurtarıcı, izleyicilerini uyardı: “Peygamber Daniel’in sözünü ettiği yıkıcı iğrenç şeyin kutsal yerde dikildiğini gördüğünüz zaman okuyan anlasınYahudiye’de bulunanlar dağlara kaçsın” (Matta 24:15, 16; Luka 21:20, 21). Romalıların putperest sancakları, kent duvarlarının birkaç yüz metre dışına kadar uzanan kutsal topraklara dikildiğinde, Mesih’in izleyicileri ancak kaçarak emniyette olabilirlerdi. Uyarı işaretleri görüldüğünde, kaçması gerekenler oyalanmamalıydı. Tüm Yahuda topraklarında ve bizzat Yeruşalim’de, kaçış işaretine o anda uyulmalıydı. O anda tesadüfen damda olan, en kıymetli hazinelerini kurtarmak için dahi olsa evine inmemeliydi. Tarlada ya da bağlarda çalışanlar, günün sıcağında çalışırken bir kenara bıraktıkları abalarını almak için geri dönmemeliydiler. Bir an bile tereddüt etmemeliydiler, aksi halde büyük yıkıma dahil olabilirlerdi. BM18 30.2
Hirodes’in hükümranlığı sırasında, Yeruşalim büyük ölçüde güzelleşmekle kalmamış, kulelerin, surların ve istihkâmların inşa edilmesiyle, konumundan kaynaklanan doğal gücüne ek olarak, görünürde zapt edilemez hale gelmişti. Bu zamanda kentin yıkılacağını alenen beyan edecek olan kişi, Nuh’un kendi zamanında görüldüğü gibi, çılgın bir velveleci olarak görülecekti. Fakat Mesih şöyle demişti: “Yer ve gök ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır” (Matta 24:35). Günahlarından ötürü Yeruşalim’e karşı gazap hükmü verilmişti, inatçı inançsızlığı ise akıbetini kesinleştirmişti. BM18 30.3
Rab, Mika peygamber aracılığıyla şöyle duyurmuştu: “Adaletten nefret eden, doğruları çarpıtan ey Yakupoğulları’nın önderleri ve İsrail halkının yöneticileri, iyi dinleyin: Siyon’u kan dökerek, Yeruşalim’i zorbalıkla bina ediyorsunuz. Önderleri rüşvetle yönetir, kâhinleri ücretle öğretir, peygamberleri para için falcılık eder. Sonra da, ‘RAB bizimle birlikte değil mi? Başımıza bir şey gelmez’ diyerek RAB’be dayanmaya kalkışırlar” (Mika 3:911). BM18 31.1
Bu sözler Yeruşalim’in ahlaksız ve kendini beğenmiş sakinlerini tam anlamıyla tanımlıyordu. Allah’ın yasasının ilkelerini sıkı sıkıya yerine getirdiklerini iddia etmelerine rağmen, aslında tüm kurallarını çiğniyorlardı. Mesih’ten nefret ediyorlardı, çünkü O’nun paklığı ve kutsallığı kendilerinin suçlarını ortaya seriyordu; ve günahlarının sonucunda başlarına gelen tüm felaketlerden O’nu sorumlu tuttular. O’nun günahsız olduğunu bilmelerine rağmen, uluslarının güvenliği için öldürülmesinin zorunlu olduğuna karar verdiler. Yahudi önderler, “Böyle devam etmesine izin verirsek, herkes O’na iman edecek. Romalılar da gelip kutsal yerimizi ve ulusumuzu ortadan kaldıracaklar” dediler (Yuhanna 11:48). Mesih kurban edilirse, bir kez daha güçlü ve birlik içinde bir toplum haline gelebilirlerdi. Bu şekilde akıl yürüttüler ve bütün ulus yok olacağına halk uğruna bir tek adamın ölmesinin daha uygun olduğunu belirten başrahiplerinin görüşünde karar kıldılar. BM18 31.2
Böylece Yahudi önderler, “Siyon’u kan dökerek, Yeruşalim’i zorbalıkla” bina ettiler (Mika 3:10). Ancak, günahlarını kınadığı için kendi Kurtarıcıları’nı öldürmüş olmalarına rağmen, kendi doğruluklarına o kadar çok güveniyorlardı ki, kendilerini Allah’ın ayrıcalıklı halkı olarak görüyor ve Rabb’in onları düşmanlarından kurtarmasını bekliyorlardı. Peygamber şöyle devam etmişti: “Siyon tarla gibi sürülecek sizin yüzünüzden. Taş yığınına dönecek Yeruşalim. Tapınağın kurulduğu dağ çalılarla kaplanacak” (12. ayet). BM18 31.3
Yeruşalim’in akıbetinin bizzat Mesih tarafından bildirilmesinin ardından, yaklaşık kırk yıl boyunca Rab bu kenti ve ulusu uğratacağı yargıyı geciktirdi. Allah’ın, müjdesini reddedenlere ve Oğlu’nu öldürenlere karşı gösterdiği sabrı harikaydı. Meyve vermeyen ağaç benzetmesi Allah’ın Yahudi ulusuyla ilişkilerini simgeliyordu. “Onu kes. Toprağın besinini neden boş yere tüketsin?” (Luka 13:7) emri verilmişti, fakat ilahî merhamet bunu biraz daha erteledi. Yahudiler arasında halen Mesih’in niteliğinden ve işinden habersiz olan birçok kişi vardı. Çocuklar henüz annebabalarının burun kıvırdığı fırsatlara sahip olamamışlar, ışığı görmemişlerdi. Elçilerin ve arkadaşlarının vaazları sayesinde Allah bu ışığın onlara da parlamasını sağlayacaktı; peygamberliğin, yalnızca Mesih’in doğumunda ve yaşamında değil, ölümünde ve dirilişinde de nasıl yerine geldiğini görmelerine izin verilecekti. Çocuklar ana babalarının günahları nedeniyle mahkûm edilmediler, ancak, annebabalarına verilen tüm ışığın bilgisiyle birlikte, kendilerine sunulan ilave ışığı reddettikleri zaman onlar da annebabalarının günahlarına ortak oldular ve böylece kötülüklerinin ölçüsünü doldurdular. BM18 32.1
Allah’ın Yeruşalim’e gösterdiği tahammül, yalnızca Yahudilerin inatçı tövbesizliğini pekiştirdi. Isa’nın öğrencilerine gösterdikleri nefret ve zulümle, kendilerine yapılan son merhamet teklifini de reddettiler. Bundan sonra Allah koruyuculuğunu onlardan geri çekti ve Şeytan ile melekleri üzerindeki kısıtlayıcı gücünü kaldırdı, böylece ulus kendi seçtiği önderin denetimine terk edildi. Çocukları Mesih’in merhametine burun bükmüşlerdi, bu merhamet onların şeytanî güdülerini bastırmalarına yardımcı olacaktı, oysa şimdi bu güdüler, denetimi ele geçirdi. Şeytan, insan ruhunun en acımasız ve en aşağılık tutkularını uyandırdı. İnsanlar akıl yürütmediler; akıl sınırlarının ötesindeydiler - dürtülerin ve kör öfkenin denetimi altındaydılar. Zulümleri şeytanî ölçüdeydi. Gerek ailede, gerek ulusta, hem en üst hem de en alt sınıflarda şüphe, kıskançlık, nefret, çekişme, isyan ve cinayet vardı. Hiçbir yer emniyetli değildi. Arkadaşlar ve akrabalar birbirlerine ihanet ettiler. Annebabalar çocuklarını, çocuklar annebabalarını katlettiler. Ulusun yöneticilerinin kendilerini bile yönetecek gücü yoktu. Denetimsiz tutkuları onları zorbalar haline getirdi. Yahudiler günahsız olan Allah Oğlu’nu mahkûm etmek için yalancı tanıklığı kabul etmişlerdi. Şimdi ise yalancı suçlamalar onların kendi hayatlarını belirsiz hale getiriyordu. Eylemleriyle çoktan beridir “Bizi İsrail’in Kutsalı’yla yüzleştirmekten vazgeçin” diyorlardı (Yeşaya 30:11). Şimdi arzuları kendilerine verilmişti. Allah korkusu artık onları rahatsız etmiyordu. Ulusun başında Şeytan vardı ve en yüksek mülki ve dinsel önderler onun hükümranlığı altındaydı. BM18 32.2
Karşıt hiziplerin önderleri zaman zaman birleşerek zavallı kurbanlarının mallarını yağmalıyor ve onlara işkence ediyorlar, sonra yeniden birbirlerinin güçlerine karşı savaşarak merhametsizce kan döküyorlardı. Tapınağın kutsallığı bile onların korkunç vahşetini engelleyemedi. Tapınanlar sunağın önünde vuruluyor, kutsal yer katledilenlerin cesetleriyle kirletiliyordu. Ne var ki, bu cehennemî işi başlatanlar, kör ve küfürlü cüretkârlıklarıyla, Yeruşalim’in yok edilmesinden korkmadıklarını alenen beyan ediyorlardı, zira orası Allah’ın öz kentiydi. Güçlerini daha da sağlamlaştırmak için, Roma lejyonları tapınağı kuşatırken dahi, sahte peygamberlere halkın Allah’ın kurtarışını beklemeleri gerektiğini ilan etmeleri için rüşvet verdiler. Kalabalıklar, son ferdine varıncaya kadar, Yüceler Yücesi’nin düşmanlarını yenmek için araya gireceğine inanıyordu. Ancak İsrail ilahî korumayı küçümseyerek reddetmişti ve artık korunmasızdı. Zavallı Yeruşalim! İç anlaşmazlıklarla bölünmüş, birbirlerinin elleriyle can veren çocuklarının kanları sokaklarını kızıla boyuyor, yabancı ordular ise surlarını dövüyor ve savaşçılarını katlediyor! BM18 33.1
Mesih’in Yeruşalim’in yıkımına dair tüm öngörüleri harfi harfine yerine geldi. Yahudiler, O’nun “Nasıl yargılarsanız öyle yargılanacaksınız” uyarısındaki hakikati tecrübe ettiler (Matta 7:2). BM18 34.1
Felaket ve yıkım bildirisi veren belirtiler ve harikalar meydana geldi. Gecenin ortasında, tapınağın ve sunağın üzerinde doğaüstü bir ışık parladı. Günbatımında bulutlarda, savaşa hazırlanan arabaların ve askerlerin resimleri görüldü. Geceleyin tapınakta hizmet eden rahipler, gizemli sesler duyarak dehşete kapıldılar; yer sarsıldı ve büyük bir kalabalığın çığlıkları duyuldu: “Haydi buradan gidelim.” Yirmi erkek tarafından zorlukla kapatılabilecek kadar ağır ve sert taş döşemede derine çakılı büyük demir çubuklar ile sabitlenmiş olan büyük doğu kapısı, gece yarısı görünürde hiç kimsenin etkisi olmadan açıldı.—Milman, The History of the Jews [Yahudilerin Tarihi] , 13. kitap. BM18 34.2
Bir adam yedi yıl boyunca Yeruşalim sokaklarında gezerek kentin üzerine gelmekte olan felaketi ilan etti. Gece gündüz çılgınca bir ağıt okuyordu: “Doğudan gelen bir ses! Batıdan gelen bir ses! Dört rüzgârdan gelen bir ses! Yeruşalim’e ve tapınağa karşı bir ses! Damatlara ve gelinlere karşı bir ses! Tüm halka karşı bir ses!”—a.g.e. Bu tuhaf varlık hapse atıldı ve kırbaçlandı, fakat dudaklarından hiçbir şikâyet çıkmadı. Hakaretlere ve işkenceye yalnızca şu yanıtları veriyordu: “Vay, vay haline Yeruşalim!” “vay, vay halinize orada yaşayanlar!” Uyarı çığlıkları, önceden bildirmiş olduğu kuşatma sırasında kendisi de öldürülünceye dek susmadı. BM18 34.3
Yeruşalim’in yıkımında tek bir Hristiyan bile ölmedi. Mesih öğrencilerine uyarı vermişti ve O’nun sözlerine inanan herkes vaat edilen belirtiyi gözlüyordu. İsa, “Yeruşalim’in ordular tarafından kuşatıldığını görünce” demişti, “bilin ki, kentin yıkılacağı zaman yaklaşmıştır. O zaman Yahudiye’de bulunanlar dağlara kaçsın, kentte olanlar dışarı çıksın” (Luka 21:20, 21). Cestius’un yönetimi altındaki Romalılar kenti kuşattıktan sonra, her şey ani bir saldırı için uygun görünmesine rağmen, beklenmedik bir şekilde kuşatmayı kaldırdılar. Kuşatma altındakiler başarılı bir savunmadan umutlarını kesip, teslim olma noktasındayken, Romalı general görünürde hiçbir neden olmamasına rağmen kuvvetlerini geri çekti. Ancak Allah, merhametli takdiriyle olayları kendi halkının iyiliği için yönlendiriyordu. Bekleyen Hristiyanlara vaat edilen işaret verilmiş, Kurtarıcı’nın uyarısına kulak verecek olan herkese bir fırsat sunulmuştu. Olaylar, ne Yahudilerin ne de Romalıların Hristiyanların kaçışını engelleyemeyecekleri kadar yönlendiriliyordu. Cestius geri çekildiğinde Yahudiler Yeruşalim’den çıkarak kaçan ordunun peşinden gittiler; iki ordu birbirine girdiğinde Hristiyanlara kentten ayrılma fırsatı doğdu. Bu esnada ülke, yollarına çıkmaya çalışabilecek düşmanlardan da temizlenmişti. Kuşatma sırasında Yahudiler Çardak Bayramı’nı kutlamak için Yeruşalim’de bir araya gelmişlerdi, böylece tüm ülkedeki Hristiyanlar hiçbir engelle karşılaşmadan kaçabilirlerdi. Gecikmeksizin güvenli bir yere, Şeria Irmağı’nın ardında, Perea diyarındaki Pella kentine sığındılar. BM18 34.4
Cestius’u ve ordusunu kovalayan Yahudi kuvvetleri, neredeyse onları tamamen yok edeceklermiş gibi üzerlerine saldırdılar. Romalılar büyük bir güçlükle geri çekilebildiler. Yahudiler neredeyse kayıp vermeden kaçmışlardı ve ellerindeki ganimetlerle Yeruşalim’e zaferle döndüler. Fakat görünürdeki bu başarı onlara yalnızca kötülük getirdi. Onlara Romalılara karşı inatçı bir direniş ruhu esinledi, bu da yıkıma mahkûm kentin üzerine hızla tarif edilemez bir acı getirdi. BM18 35.1
Titus kuşatmayı yeniden başlattığında, Yeruşalim’in üzerine gelen felaketler korkunç oldu. Kent Fısıh Bayramı zamanında, surları içine milyonlarca Yahudi’nin bulunduğu bir sırada kuşatıldı. Dikkatlice korunmuş olsa kent sakinlerine yıllarca yetecek olan erzak stokları, çatışmalı hizipler arasındaki kıskançlık ve intikam nedeniyle daha önce yok edilmişti, şimdi ise açlığın tüm dehşeti yaşanıyordu. Bir ölçü buğday bir talanta 5 satılıyordu. Açlık acısı o kadar büyüktü ki, erkekler kemerlerindeki, sandaletlerindeki ve kalkanlarının kılıflarındaki derileri kemiriyordu. Pek çok kişi kent duvarlarının dışında yetişen yabani otları toplamak için geceleri gizlice dışarı sızıyordu, ne var ki bunların büyük bir çoğunluğu yakalanarak acımasız işkencelerle öldürülüyor, sağlam dönenlerin ise büyük tehlike atlatarak güç bela topladıkları, çoğunlukla içeride çalınıyordu. Güç sahipleri, kıtlığın vurduğu insanların saklamış olabilecekleri azıcık erzakı da ellerinden almak için, insanlık dışı işkencelere başvuruyorlardı. Bu zulümler, çoğunlukla kendileri iyi beslenmelerine rağmen, yalnızca gelecek için erzak stoku yapmak isteyen kişiler tarafından işleniyordu. BM18 35.2
Binlerce kişi kıtlık ve salgın hastalık nedeniyle öldü. Doğal sevgi sanki ortadan kalkmış gibiydi. Kocalar karılarını, karılar kocalarını soyuyorlardı. Çocuklar yaşlı annebabalarının ağzındaki lokmayı kapmaya çalışıyordu. Peygamberin “Kadın emzikteki çocuğunu unutabilir mi?” sorusu, yıkıma mahkûm kentin surları içinde karşılığını buldu: “Merhametli kadınlar çocuklarını elleriyle pişirdiler, halkım kırılırken yiyecek oldu bu kendilerine” (Yeşaya 49:15; Ağıtlar 4:10). Tekrar, on dört yüzyıl önce söylenen uyarı peygamberliği yerine geldi: “Aranızda en yumuşak, en duyarlı kadın yumuşaklığından ve duyarlılığından ayağının tabanını yere basmak istemeyen kadınbile sevdiği kocasından, öz oğlundan, kızından,. ve doğuracağı çocukları esirgeyecek. Çünkü kuşatma sırasında düşmanın kentlerinizde size vereceği sıkıntıdan, yokluktan onları gizlice yiyecek.” (Yasa’nın Tekrarı 28:56, 57). BM18 36.1
Romalı önderler Yahudilere korku salarak onları teslim olmaya zorlamaya çalıştılar. Tutsak alınırken direnç gösterenler kırbaçlandı, işkence gördü ve kentin surları önünde çarmıha gerildi. Her gün yüzlerce kişi bu şekilde öldürüldü ve bu korkunç iş, Yehoşafat Vadisi’nde ve Golgota’da, arasından geçmek için zor yer bulunacak kadar çok sayıda çarmıh dikilinceye dek sürdü. Pilatus’un yargı kürsüsü önünde telaffuz edilen korkunç beddua, korkunç bir şekilde yerine geldi: “O’nun kanının sorumluluğu bizim ve çocuklarımızın üzerinde olsun!” (Matta 27:25). BM18 36.2
Titus korkunç sahneye son vermeye istekliydi, böylece Yeruşalim’i mahkûm olduğu yıkımı tam olarak yaşamaktan esirgeyecekti. Vadilerde yığınlar halinde yatan cesetleri gördüğünde dehşete kapılmıştı. Zeytin Dağı’nın zirvesinden muhteşem tapınağa büyülenmiş gibi bakarak, hiçbir taşına dokunulmaması emrini verdi. Bu kaleyi ele geçirme teşebbüsünde bulunmadan önce, Yahudi önderlere içtenlikle çağrıda bulunarak, kendisini kutsal yeri kanla kirletmek zorunda bırakmamalarını bildirdi. Oradan çıkarak başka yerde savaşacak olursalar, hiçbir Romalı tapınağın kutsallığını bozmayacaktı. Josefus’un6 kendisi, en belagatli bir şekilde araya girerek, onlardan teslim olmalarını, kendilerini, kentlerini ve ibadet yerlerini kurtarmalarını rica etti. Fakat sözleri acı küfürlerle karşılık buldu. Kendilerine yalvararak orada duran son insan arabulucunun üzerine mızraklar atıldı. Yahudiler, Allah’ın Oğlu’nun ricalarını reddetmişlerdi, şimdi ise uyarılar ve ricalar onları sonuna kadar direnmeye daha da kararlı hale getirmekten başka bir işe yaramıyordu. Titus’un tapınağı kurtarma çabaları boşunaydı; ondan daha büyük olan Biri, taş üstünde taş kalmayacağını bildirmişti. BM18 37.1
Yahudi önderlerin kör inatçılığı ve kuşatma altındaki kentte işlenen iğrenç suçlar, Romalıları dehşete düşürerek öfke uyandırdı ve sonunda Titus tapınağı ani bir saldırıyla ele geçirmeye karar verdi. Ancak mümkünse yıkımdan kurtarılmasını istedi. Ne var ki emirleri gözardı edildi. Geceleyin çadırına çekildiğinde, tapınaktan çıkan Yahudiler dışarıdaki askerlere saldırdılar. Çıkan çatışmada bir asker sundurmadaki bir aralıktan meşale fırlattı ve o anda kutsal evin çevresindeki sedir kaplamalı bölmeler alev aldı. Titus, ardında generalleri ve lejyonerleri ile, hemen olay yerine koştu ve askerlere alevleri söndürmelerini emretti. Sözlerine kimse kulak asmadı. Askerler öfkelenerek tapınağa bitişik bölmelere alevli meşaleler yağdırdılar, sonra da oraya sığınmış olan çok sayıda insanı kılıçlarıyla öldürdüler. Tapınak merdivenlerinden su gibi kan aktı. Binlerce ve binlerce Yahudi yok oldu. Savaş seslerinin üzerinde, bağırışlar işitiliyordu: “İkabod!” 7 - yücelik buradan ayrıldı. BM18 37.2
“Titus askerlerin öfkesini kontrol altında tutmanın imkânsız olduğunu gördü; subaylarıyla birlikte kutsal yapının içine girerek etrafı inceledi. İhtişamı hepsini hayrete düşürdü; alevler henüz kutsal yere ulaşmadığından orayı kurtarmak için son bir teşebbüste bulundu ve ileri atılarak askerlere yangını kontrol altına almaları için tekrar teşvik etti. Yüzbaşı Liberalis emrindeki subaylarla birlikte emre itaati sağlamaya çalıştı; fakat Yahudilere karşı şiddetli düşmanlığın, savaşın vahşi heyecanının ve doyumsuzca yağmalama arzusunun karşısında imparatora saygı dahi ortadan kalkmıştı. Askerler kızgın alevlerin ışığında her şeyin göz kamaştırarak parlayan altın olduğunu gördüler; bu nedenle kutsal yerde hesaplanamayacak kadar çok hazine olduğunu varsaydılar. Fark edilmeyen bir asker kapının menteşeleri arasına yanan bir meşale soktu: bütün bina bir anda alevler içinde kaldı. Kör edici duman ve ateş subayları geri çekilmeye zorladı ve asil bina kaderine terk edildi. BM18 38.1
“Romalılar için korkunç bir manzaraydı - ya Yahudiler için? Kente hakim tepenin zirvesi tamamen alevler içindeydi, volkan gibi yanıyordu. Binalar birbiri ardınca, muazzam bir gürültüyle yıkıldılar ve alevli cehennemin içinde yok oldular. Sedir tavanlar alevler içindeki kâğıt yapraklara dönmüştü; altın kaplamalı kuleler kırmızı ışıktan çiviler gibi parlıyordu; kapının kulelerinden yüksek sütunlar gibi alevler ve duman yükseliyordu. Etraftaki tepeler aydınlandı ve karanlıktaki insanların yıkımın gidişatını dehşetli bir heyecanla izledikleri görüldü: yukarı kentin surları ve tepeleri insan yüzleriyle doluydu, kimi umutsuzluk acısından solgun, kimisi ise nafile intikam duygusuyla çatılmıştı. Öteye beriye koşturan Roma askerlerinin seslenişleri ve alevler arasında mahvolmakta olan asilerin çığlıkları, yangının gürültüsüne ve devrilen kerestelerin çıkardığı gök gürlemesi gibi seslere karışıyordu. Dağların yankısı tepelerdeki halkın çığlıklarını yanıtlıyor, daha doğrusu geri getiriyordu; tüm surlar boyunca haykırışlar ve inlemeler duyuluyor; açlıktan mahvolmakta olan adamlar kalan güçlerini toplayarak acının ve yıkımın feryadını seslendiriyorlardı. BM18 38.2
“İçerideki katliam ise dışarıdan görülen manzaradan daha da korkunçtu. Erkekler ve kadınlar, yaşlılar ve gençler, asiler ve rahipler, savaşanlar ve merhamet dileyenler, hiçbir ayrım yapılmadan katlediliyorlardı. Öldürülenlerin sayısı öldürenlerden fazlaydı. Lejyonerler, katliam işlerine devam edebilmek için ölü yığınlarının üstüne tırmanmak zorunda kalıyorlardı.”—Milman, The History of the Jews [Yahudilerin Tarihi], 16. kitap. BM18 39.1
Tapınağın yıkılmasından sonra, çok geçmeden tüm kent Romalıların eline geçti. Yahudi önderler zapt edilemez kulelerini terk etmek zorunda kaldılar, Titus onları ıssız bir halde buldu. Onlara hayranlıkla baktı ve onları kendisine Allah’ın teslim ettiğini ilan etti; zira ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir savaş makinesinin böylesine muazzam mazgallı siperlere karşı üstünlük kazanması mümkün değildi. Hem kent, hem de tapınak temellerine kadar dümdüz edildi ve kutsal evin üzerinde bulunduğu alan “tarla gibi sürül[dü]” (Yeremya 26:18). Kuşatmada ve ardından gelen katliamda bir milyondan fazla insan yok oldu; hayatta kalanlar esir alınarak sürüldüler, köle olarak satıldılar, fatih hükümdarın zaferini kutlamak üzere Roma’ya götürülerek arenalarda vahşi hayvanlara atıldılar, ya da evsiz gezginler olarak tüm yeryüzüne dağıldılar. BM18 39.2
Yahudiler ayaklarına vurulacak prangayı kendi elleriyle dökmüşler; kendileri için intikam kâsesi doldurmuşlardı. Ulus olarak üzerlerine düşen nihai yıkımda ve yeryüzüne dağıldıkları zaman artlarından gelen felaketlerde, sadece kendi elleriyle ektikleri ekini biçiyorlardı. Peygamber şöyle diyor: “Ey İsrail... yardımcına karşı olman senin helâkindir,” “çünkü kendi fesadınla yıkıldın” (Hoşea 13:9 [KM]; 14:1 [KM]). Çektikleri acılar çoğunlukla Allah’ın doğrudan kararı neticesinde uğradıkları ceza olarak ifade edilmiştir. Büyük aldatıcı bu şekilde kendi işini gizleme peşindedir. Yahudiler ilahî sevgiyi ve merhameti inatla reddederek Allah’ın korumasının üzerlerinden kalkmasına neden oldular, böylece Şeytan’a onları kendi isteğine göre yönetme izni verilmiş oldu. Yeruşalim’in yıkılması sırasında canlandırılan korkunç zulümler, Şeytan’ın kendi denetimine teslim olanlar üzerindeki kindar gücünün kanıtıdır. BM18 40.1
Sahip olduğumuz esenlik ve koruma için Mesih’e ne denli borçlu olduğumuzu bilemeyiz. İnsanlığın tümüyle Şeytan’ın denetimi altına girmesine engel olan şey, Allah’ın kısıtlayıcı gücüdür. İtaatsiz ve nankör insanların, Allah’ın kötü olanın zalim ve habis gücünü kontrol altında tutarak gösterdiği merhamet ve sabra minnettarlık duymak için fazlasıyla nedenleri vardır. Ancak insanlar ilahî müsamaha sınırlarını aştıklarında, bu kısıtlama kaldırılır. Allah günahkâra karşı günahın hükmünü infaz eden cellat gibi davranmaz; fakat kendilerine göstermiş olduğu merhameti reddedenleri ektiklerini biçmeye bırakır. Reddedilen her ışık huzmesi, burun kıvrılan ya da kulak asılmayan her uyarı, azdırılan her ihtiras, Allah’ın yasasının her çiğnenişi, kaçınılmaz ürününü verecek olan bir tohumun dikilmesi demektir. Israrla karşı konulan Allah’ın Ruhu sonunda günahkârdan geri çekilecek, bu yüzden canın habis ihtiraslarını denetim altına alacak hiçbir güç ve Şeytan’ın kötü niyetinden ve düşmanlığından koruyacak hiçbir şey kalmayacaktır. Yeruşalim’in yıkılışı ilahî lütfun tekliflerini hafife alan ve ilahî merhametin arabuluculuğuna karşı direnen herkes için korku verici ve ciddi bir uyarıdır. Allah’ın günahtan nefretine ve suçluların uğrayacağı mutlak cezaya ilişkin daha kesin bir tanıklık hiçbir zaman verilmemiştir. BM18 40.2
Kurtarıcı’nın Yeruşalim’in uğrayacağı yargıya ilişkin peygamberliği bir kez daha yerine gelecektir, bu gerçekleşmenin yanında o korkunç ıssızlık yalnızca solgun bir gölge gibi kalacaktır. Seçilmiş kentin kaderine baktığımızda, Allah’ın merhametini reddeden ve O’nun yasasını çiğneyen bir dünyanın akıbetini görebiliriz. Dünyanın yüzyıllar süren suç çağları boyunca tanık olduğu insanî sefaletin kayıtları çok karanlıktır. Düşününce kalp burkulur ve zihin zayıf düşer. Gök’ün yetkisini reddetmenin sonuçları korkunç olmuştur. Fakat geleceğin vahyedilen görünümlerinde daha da karanlık bir sahne sunulmuştur. Geçmişin kayıtları ardarda gelen uzun kargaşalar, çatışmalar ve devrimler süreci, savaşçının muharebesi... kargaşa sesleri ve “kana bulanmış giysileri” (Yeşaya 9:5)tüm bunlar, Allah’ın kısıtlayıcı Ruhu’nun kötülerden tamamen çekildiği, insanî ihtirasları ve şeytanî gazabı denetim altında tutmaya son verdiği güne kıyasla nedir ki! O zaman dünya, Şeytan’ın yönetiminin sonuçlarına daha önce hiç olmadığı bir şekilde tanık olacaktır. BM18 41.1
Fakat o gün, Yeruşalim’in yıkımında olduğu gibi, Allah’ın halkı, yaşayanlar arasında adı yazılan herkes kurtarılacaktır (Yeşaya 4:3). Mesih, kendisine sadık kalanları toplamak için ikinci kez geleceğini bildirmişti: “Yeryüzündeki bütün halklar ağlayıp dövünecek, İnsanoğlu’nun gökteki bulutlar üzerinde büyük güç ve görkemle geldiğini görecekler. Kendisi güçlü bir borazan sesiyle meleklerini gönderecek. Melekler O’nun seçtiklerini göğün bir ucundan öbür ucuna dek, dünyanın dört bucağından toplayacaklar” (Matta 24:30, 31). O zaman müjdeye uymayanlar O’nun ağzının soluğuyla öldürülecek, gelişinin görkemiyle yok edilecek (2. Selanikliler 2:8). Kötüler, eski zaman İsrail’i gibi kendi kendilerini yok edecek; kendi fesatlarıyla yıkılacaklar. Günah dolu hayatlarıyla kendilerini Allah ile o kadar uyumsuz hale getirmişler, doğaları kötülükle öyle alçaltılmıştır ki, O’nun görkeminin tezahürü onlar için yakıp tüketen bir ateş olur. BM18 41.2
İnsanlar, Mesih’in sözlerinde kendilerine bildirilmiş olan dersi ihmal etmemeye dikkat etmelidirler. O, öğrencilerini Yeruşalim’in yıkılışına ilişkin uyararak, oradan kaçabilmeleri için yaklaşmakta olan yıkımın işaretini onlara bildirdiği gibi, tüm dünyayı da son yıkım gününe ilişkin olarak uyarmış ve onlara gelecek olan gazaptan kaçabilmeleri için yıkımın yakınlaşmasının işaretlerini vermiştir. İsa şöyle bildiriyor: “Güneşte, ayda ve yıldızlarda belirtiler görülecek. Yeryüzünde uluslar... dehşete düşecekler” (Luka 21:25; Matta 24:29; Markos 13:2426; Vahiy 6:1217). O’nun gelişinin bu belirtilerini görenler, O’nun ‘yakın, hatta kapıda’ olduğunu bilmelidir (Matta 24:33). O’nun öğüdü, “Siz de uyanık kalın”dır (Markos 13:35). Uyarıya kulak verenler, o günün kendilerini hazırlıksız yakalamaması için, karanlıkta bırakılmayacaklardır. Fakat gözlemeyenler için, “Rab’bin günü gece hırsız nasıl gelirse öyle gelecektir” (1. Selanikliler 5:25). BM18 42.1
Dünya, bu zamana ilişkin mesaja kulak vermeye, Kurtarıcı’nın Yeruşalim’le ilgili uyarısını almaya istekli olmayan Yahudilerden daha hazır değildir. Ne zaman gelirse gelsin, Allah’ın günü tanrısızları hazırlıksız yakalayacaktır. Yaşam değişmez temposunda akarken; insanlar zevke, ticarete, trafiğe ve para kazanmaya gömülmüşken; din önderleri dünyanın gelişimini ve aydınlanmasını abartıyor ve toplum sahte bir güvenlik duygusuyla uyutuluyorken - işte o zaman, gece yarısı korunmasız eve hırsızın girdiği gibi, dikkatsizlerin ve tanrısızların başına ani bir yıkım gelecek “ve asla kaçamayacaklar” (3. ayet). BM18 42.2