Büyük Mücadele

9/45

6.—HUS VE JEROME

Müjde Bohemya’da dokuzuncu yüzyıldan beri kök salmıştı. Kutsal Kitap halkın diline tercüme edilmişti, topluma açık ibadet de bu dilde yapılıyordu. Ancak papanın gücü arttıkça Allah’ın sözü gizlenir oldu. Kralların gururunu kırmayı görev edinen VII. Gregor halkı köleleştirmekte de aynı derecede kararlıydı, bunun için topluma açık ibadetin Bohemya1 dilinde yapılmasını yasaklayan bir ferman yayınlandı. Papa, “Her Şeye Gücü Yeten’in kendisine ibadetin bilinmeyen bir dille yapılmasından hoşlandığını, bu kurala uyulmamasından ötürü pek çok kötülüğün ve sapkınlığın ortaya çıktığını” beyan etti.—Wylie, 3. kitap, 1. bölüm. Roma böylece Allah’ın sözünün ışığının söndürülmesini ve insanların karanlıkta kalmalarını amaçlayan bir ferman çıkardı. Fakat kilisenin korunması için Gök’ün sağladığı başka aracılar vardı. Fransa ve İtalya’daki evlerinden zulüm ile sürgün edilen Valdenslerin ve Albigenslerin çoğu Bohemya’ya geldi. Açıktan vaaz vermeye cüret edemeseler de, gizlilikle ve gayretle çalıştılar. Böylece gerçek iman yüzyıllar boyunca korunmuş oldu. BM18 103.1

Bohemya’da Hus’un zamanından önce de kilisenin yozlaşmasını ve insanların ahlaksızlığını açıkça kınayan insanlar vardı. Bunların çalışmaları büyük ilgi uyandırmıştı. Hiyerarşinin korkuları nüksetti ve müjdenin öğrencilerine zulmedilmeye başlandı. Ormanlarda ve dağlarda ibadet etmeye zorlanan bu kişiler askerler tarafından yakalanıyor, pek çoğu da öldürülüyordu. Bir süre sonra Roma’nın ibadet biçiminden ayrılan herkesin yakılması emri verildi. Fakat Hristiyanlar hayatlarını vermelerine rağmen, davalarının zaferini özlemle bekliyorlardı. “Kurtuluşun yalnızca çarmıha gerilen Kurtarıcı’ya imanla bulunabileceğini öğreten”lerden biri, ölürken şöyle ilan etti: “Gerçeğin düşmanlarının öfkesi şimdi bize galip geldi, fakat bu sonsuza dek sürmeyecek; sıradan halkın içinden kılıcı ve yetkisi olmayan biri çıkacak ve onu hiç kimse yenemeyecek.”—a.g.e., 3. kitap, 1. bölüm. Luther’in gelişine daha çok vardı; ancak Roma’ya karşı tanıklığıyla ulusları harekete geçirecek olan biri şimdiden ortaya çıkmaktaydı. BM18 103.2

Jan Hus sıradan biri olarak doğmuştu ve babasının ölümüyle yetim kalmıştı. En değerli varlığı eğitim ve Allah korkusu olarak gören dindar annesi, bu mirası oğluna da bırakmak için çabalıyordu. Temel eğitimini bir taşra okulunda gören Hus, Prag’daki üniversite tarafından burslu olarak kabul edildi. Prag’a yolculuğunda yanında annesi vardı; dul ve fakir kadının oğluna vereceği dünyasal zenginlik armağanları yoktu, fakat büyük kente yaklaşırlarken babasız gencin yanında diz çöktü ve onun için gökteki Baba’nın bereketini diledi. O anne, duasına nasıl yanıt verileceğinin farkında bile değildi. BM18 104.1

Hus üniversitede yorulmak nedir bilmeyen çalışması ve hızlı ilerleyişi sayesinde kısa zamanda sivrildi, lekesiz yaşamı ve nazik ve cana yakın davranışları sayesinde de herkesin saygısını kazandı. Roma Kilisesi’nin içten bağlılarından biriydi ve kilisenin vaat ettiği ruhsal bereketleri samimiyetle arıyordu. Bir jübile2 kutlaması sırasında, vaat edilen bağışlanmadan pay alabilmek için günah çıkartmış, cebindeki son paraları vermiş ve geçit törenlerine katılmıştı. Üniversite eğitimini tamamladığında rahipliğe başladı ve hızla şöhret kazandı, çok geçmeden de kralın sarayında göreve alındı. Aynı zamanda profesör oldu ve daha sonra eğitimini aldığı üniversitede rektörlüğe getirildi. Mütevazı burslu öğrenci birkaç yıl içinde ülkesinin gururu haline gelmişti ve tüm Avrupa’da tanınıyordu. BM18 104.2

Ancak Hus’un reform hareketine başladığı alan farklıydı. Rahiplik düzenine girdikten birkaç yıl sonra Beytlehem şapelinin vaizi olarak atandı. Bu şapelin kurucusu Kutsal Yazılar’ın halkın dilinde vaaz edilmesi gerektiğini büyük bir önem vererek savunuyordu. Bu uygulama, Roma’nın karşı çıkmasına rağmen, Bohemya’da tamamen ortadan kalkmamıştı. Fakat halk büyük ölçüde Kutsal Kitap’tan habersizdi ve her sınıftan insanlar arasında en adi suçlar hüküm sürüyordu. Hus bu kötülükleri sözünü esirgemeden kınadı ve insanlara aşıladığı hakikat ve paklık ilkelerini uygulamaya koyması için Allah’ın sözüne başvurdu. BM18 105.1

Sonradan Hus’un yakın dostu olacak olan Praglı Jerome, İngiltere’den dönerken yanında Wycliffe’in yazılarını getirmişti. Wycliffe’in öğretilerine ihtida etmiş olan İngiltere kraliçesi Bohemyalı bir prensesti ve onun etkisi sayesinde Reformcu’nun çalışmaları kendi ülkesinde de büyük ölçüde yayıldı. Hus bu çalışmaları ilgiyle okuyordu; yazarın samimi bir Hristiyan olduğuna inanıyordu ve savunduğu reformları beğeniyle karşılama eğilimindeydi. Kendisinin bile farkında olmamasına rağmen, Hus şimdiden kendisini Roma'dan çok uzaklara götürecek bir yola girmişti. BM18 105.2

Bu sırada Prag’a İngiltere’den iki yabancı geldi, eğitimli kişiler olan bu adamlar ışığı almışlar ve bu uzak ülkede yaymaya gelmişlerdi. Papanın üstünlüğüne açıkça karşı çıkarak işe başladılar ve yetkililer tarafından kısa sürede susturuldular; fakat hedeflerinden vazgeçmek istemediklerinden başka yöntemlere başvurdular. Vaizliğin yanı sıra ressam olan adamlar yeteneklerini uygulamaya başladılar. Kamuya açık bir yerde iki resim çizdiler. Bunlardan biri Mesih’in “alçak gönüllü ve bir eşek üzerine... binmiş olarak” (Matta 21:5 [Kİ]) Yeruşalim’e girişini tasvir ediyordu, ardından da yolculuktan yıpranmış giysileri ve çıplak ayaklarıyla öğrencileri geliyordu. Diğer resim ise bir papalık geçidini gösteriyordu: papa göz kamaştırıcı giysiler kuşanmıştı ve üç katlı bir tacı vardı, muhteşem şekilde süslenmiş bir ata binmişti, önünde borazancılar, arkasında kardinaller ve piskoposlardan oluşan ihtişamlı bir alay gidiyordu. BM18 105.3

Bu, her sınıftan insanların dikkatini çeken bir vaaz gibiydi. Resimlere bakmak için kalabalıklar toplandı. Resimlerin ana fikrini anlamayan yoktu, Efendi Mesih’in yumuşak huyluluğu ve alçakgönüllülüğü ile, O’nun hizmetkârı olma iddiasındaki papanın gururu ve kibri arasındaki tezattan pek çok kişi derinden etkilendi. Prag’da büyük bir karışıklık meydana geldi ve yabancılar bir süre sonra kendi güvenlikleri için oradan ayrılmayı uygun buldular. Fakat verdikleri ders unutulmadı. Resimler Hus’un zihninde derin bir etki bıraktı ve onu Kutsal Kitap’ı ve Wycliffe’in yazılarını daha yakından incelemeye teşvik etti. Henüz Wycliffe’in savunuculuğunu yaptığı tüm reformları benimsemeye hazır olmamasına rağmen, papalığın gerçek karakterini daha net olarak gördü ve gururu, hırsı ve hiyerarşinin yozlaşmasını daha büyük bir coşkunlukla reddetti. BM18 106.1

Işık Bohemya’dan Almanya’ya ulaştı, zira Prag Üniversitesi'ndeki karışıklık yüzlerce Alman öğrencinin geri dönmesine neden oldu. Pek çoğu ilk Kutsal Kitap bilgilerini Hus’tan almışlardı ve memleketlerine geri döndüklerinde burada müjdeyi yaydılar. BM18 106.2

Prag’daki çalışmanın haberi Roma’ya ulaştı ve çok geçmeden Hus papanın huzuruna çağrıldı. Buna itaat etmesi kesinlikle ölmesi demekti. Bohemya kralı ve kraliçesi, üniversite, soylular ve hükümet görevlileri birleşerek, papaya Hus’un Prag’da kalması ve Roma’ya vekaleten cevap vermesi için ricada bulundular. Papa ise bu ricayı kabul etmek yerine, Hus’un yargılamasına ve mahkûm edilmesine devam etti ve Prag kentlilerinin dini törenlere katılmalarını yasakladı. BM18 106.3

O çağda bu hüküm, verildiği her yerde telaşa neden oluyordu. Buna eşlik eden törenler, papaya Allah’ın temsilcisi, cennetin ve cehennemin anahtarını elinde tutan ve hem dünyasal hem de ruhsal yargı yetkisine sahip biri gözüyle bakan halkı dehşete düşürecek şekilde tasarlanmıştı. Yasaklama kararına mahkûm olan bölgeye cennetin kapılarının kapatıldığına inanılıyordu; papa yasağı kaldırana dek, ölüler saadet konutlarının dışında bırakılacaklardı. Bu korkunç felaketin bir göstergesi olarak tüm dinsel ibadetler durduruldu. Kiliseler kapatıldı. Evlilik törenleri kilise bahçelerinde yapıldı. Kutsanmış araziye definleri reddedilen ölüler, defin törenleri uygulanmadan hendeklere veya tarlalara gömülüyorlardı. Roma böylece, hayal gücüne hitap eden önlemlerle, insanların vicdanlarını denetim altında tutmaya çalışıyordu. BM18 107.1

Prag kenti kargaşa içindeydi. Büyük bir kitle Hus’u başlarına gelen felaketlerden sorumlu tuttu ve Roma’ya teslim edilmesini istedi. Reformcu, fırtınayı dindirmek için bir süreliğine kendi köyüne çekildi. Prag’da bıraktığı dostlarına şöyle yazıyordu: “Aranızdan çekildiysem, amacım kötü niyetlilerin kendi üzerlerine ebedî laneti çekmelerine fırsat tanımamak ve dindarların sıkıntı ve zulüm görmelerine neden olmamak için, İsa Mesih’in öğretisini ve örneğini izlemektir. Ayrıca kutsallara saygısız rahiplerin aranızda Allah’ın sözünün vaaz edilmesini daha uzun bir süre yasaklayabilecekleri kaygısıyla çekildim; fakat aranızdan ilahî hakikati inkâr etmek için ayrılmadım, Allah’ın yardımıyla bu hakikat için ölmeye hazırım.”—Bonnechose, The Reformers Before the Reformation [Reformdan Önceki Reformcular], 1. cilt, s. 87. Hus çalışmalarına son vermedi, çevre bölgelerde yolculuk yaparak dinlemeye istekli kalabalıklara vaaz verdi. Böylece, papanın müjdeyi bastırmak için başvurduğu yöntemler onun daha da yaygınlaşmasına yol açıyordu. “Gerçeğe karşı değil, ancak gerçek uğruna bir şey yapabiliriz” (2. Korintliler 13:8). BM18 107.2

“Hus’un zihninin, uğraşılarının bu aşamasında, acı verici bir çatışmaya sahne olduğu anlaşılıyor. Kilise, üzerine şimşekler yağdırarak onu bunaltmaya çalışmasına rağmen, o kilisenin yetkisini reddetmemişti. Roma Kilisesi onun için halen Mesih’in gelini demekti, papa ise Allah’ın temsilcisi ve vekiliydi. Hus’un karşı çıktığı, ilkenin kendisi değil, yetkinin kötüye kullanılmasıydı. Bu düşünce kendi anlayışının kanaatleri ile vicdanının gösterdiği yol arasında korkunç bir çelişkiye neden oldu. Yetki kaynağı zannettiği gibi adil ve yanılmaz ise, nasıl oluyordu da ona itaatsizlik etme zorunluluğu duyuyordu? İtaat etmenin günah işlemek olacağını görüyordu; öyleyse yanılmaz bir kiliseye itaat neden böyle bir soruna yol açıyordu? Çözemediği sorun buydu; her dakika ona işkence eden şüphe buydu. Bu sorun için bulabildiği çözüme en yakın şey, bunun Kurtarıcı’nın zamanında olduğu gibi daha önce de yaşandığı, kilisenin rahiplerinin kötü insanlar oldukları ve yasal yetkilerini yasa dışı amaçlar için kullandıkları düşüncesi oldu. Bu onu kendi rehberini edinmeye, başkalarına da kendilerininkine sahip olmalarını öğretmeye yönlendirdi: Kutsal Yazılar’ın anlayış yolu ile ifade edilen ilkelerinin vicdana hakim olması; başka bir deyişle, rahipler aracılığıyla konuşan kilisenin değil, Kutsal Kitap aracılığıyla konuşan Allah’ın tek yanılmaz rehber olması düsturu.”—Wylie, 3. kitap, 2. bölüm. BM18 107.3

Prag’daki kargaşa yatıştıktan sonra Hus Beytlehem şapeline dönerek, Allah’ın sözünü daha büyük bir coşku ve cesaretle vaaz etmeye başladı. Düşmanları etkin ve güçlüydü, fakat kraliçe ve soyluların çoğu dostuydu ve pek çok kişi onun tarafındaydı. Onun saf ve yüceltici öğretileri ile kutsal yaşantısını Roma yanlılarının vaaz ettiği aşağılayıcı dogmalarla, açgözlülükleri ve sefahatleriyle kıyaslayan pek çok kişi, onun yanında olmayı şeref saydı. BM18 108.1

Hus daha önceleri çalışmalarında tek başınaydı; fakat şimdi İngiltere’de bulunduğu sırada Wycliffe’in öğretilerini kabul eden Jerome da reform çalışmasına katılmıştı. İki adam bundan böyle yaşamlarında her zaman birlikte oldular, ölümlerinde de ayrılmayacaklardı. Parlak bir zekâ, belagat ve öğrenme yeteneği, yani herkesin beğenisini kazanan armağanlar, Jerome’da fazlasıyla mevcuttu; fakat karakterin gerçek gücünü meydana getiren niteliklerde Hus daha üstündü. Sakin muhakeme yeteneği Jerome’un atılgan ruhunu kısıtlama işlevi görüyordu, Jerome da gerçek bir alçakgönüllülükle onun değerini bilerek tavsiyelerine kulak veriyordu. Ortak çalışmalarıyla reform daha da hızlı yayılıyordu. BM18 108.2

Allah büyük ışığının bu seçilmiş kişilerin zihinlerinde parlamasına izin verdi ve onlara Roma’nın pek çok hatasını gösterdi; ancak onlar dünyaya verilecek olan ışığın tamamını almadılar. Allah, kendi hizmetkârları olan bu kişilerin aracılığıyla insanları Roma Katolikliğinin karanlığından dışarı çıkartıyordu; ancak üstesinden gelmeleri gereken pek çok engel vardı, bu yüzden onları dayanabilecekleri ölçüde, aşama aşama yönlendirdi. Işığı bir kerede almaya hazır değildiler. Öğle güneşinin tüm parlaklığının uzun zamandan beridir karanlıkta duranlara göstereceği etki gibi, bu ışık da birden verilseydi onların yüz çevirmelerine neden olacaktı. Bu nedenle Tanrı bu ışığı, insanların alabileceği şekilde, azar azar önderlere gösterdi. Yüzyıllar boyunca diğer sadık işçiler izleyecek, halkı reform yolunda daha da ileri götüreceklerdi. BM18 109.1

Kilisedeki hizipleşme halen devam ediyordu. Şimdi üç papa üstünlük için mücadele ediyordu ve onların çekişmesi Hristiyan alemine suç ve kargaşa getiriyordu. Uçuşan aforozlar onları tatmin etmediğinden, dünyasal silahlara sarıldılar. Her biri kendisi için silah ve asker temin etmeye çalıştı. Tabii ki bunun için para gerekiyordu; bunu sağlamak içinse kilisenin armağanları, makamları ve bereketleri satışa sunuldu. (Ek’te sayfa 57’ye dair nota bakınız.) Rahipler de üstlerini taklit ederek, rakiplerini sindirmek ve kendi güçlerini arttırmak için dinsel rüşvete ve savaşa başvurdular. Hus din adına hoşgörü gösterilen iğrençliklere günden güne artan bir cesaretle savaş açtı; insanlar da Hristiyan alemini bunaltan sefaletlerin sorumlusu olarak açıkça Roma önderlerini suçluyorlardı. BM18 109.2

Prag kenti yeniden kanlı bir çatışmanın eşiğine gelmişti. Eski çağlarda olduğu gibi, Allah’ın hizmetkârı “İsrail’i sıkıntıya sokan adam” olarak suçlandı (1. Krallar 18:17). Kent yeniden yasak altına alındı ve Hus köyüne çekildi. Sevgili Beytlehem şapelinden sadakatle yaptığı tanıklık sona ermişti. Canını hakikate bir tanık olarak vermeden önce, daha geniş bir sahneden, Hristiyan aleminin tümüne seslenmesi gerekiyordu. BM18 110.1

Avrupa’yı meşgul eden kötülüklerin tedavi edilmesi için, Konstanz şehrinde bir genel konseyin toplanması kararlaştırıldı. Konsey, imparator Sigismund’un isteği üzerine, üç rakip papadan biri olan XXIII. John tarafından toplandı. Konsey talebi Papa John için hiç de arzu edilir bir şey değildi, zira karakteri ve politikası, soruşturma altında o dönemdeki kilise görevlilerinin çoğu gibi gevşek ahlaki standartlara sahip piskoposlara göre bile pek iyi çıkmayacaktı. Ne var ki, Sigismund’un isteğine karşı gelmeye cüret edemedi. (Ek’e bakınız.) BM18 110.2

Konseyin gerçekleştirmesi gereken ana hedefler, kilisedeki hizipleşmeye son vermek ve sapkınlığın kökünü kazımaktı. Bu nedenle iki antipapanın3 yanı sıra, yeni görüşlerin önde gelen savunucusu Jan Hus da konseyin huzuruna çağrıldı. Antipapalar kendi güvenliklerini düşünerek bizzat katılmadılar ve vekilleri tarafından temsil edildiler. Papa John görünürde konseyi düzenleyen kişi olmasına rağmen, imparatorun gizlice kendisini tahttan indirme amacı güttüğünden kuşkulanarak ve hem papalık tacını lekeleyen kötülüklerinden, hem de tacını sağlamlaştırmasını sağlayan suçlarından sorumlu tutulacağı korkusuyla, toplantıya pek çok endişeyle geldi. Buna rağmen Konstanz kentine büyük bir tantana ile girdi, kendisine en üst düzey kilise görevlileri eşlik ediyordu, ardından ise saray mensuplarından oluşan bir kafile geliyordu. Kentin tüm din görevlileri ve ileri gelenleri, büyük bir halk topluluğu ile birlikte onu karşılamaya çıktılar. Başının üzerinde dört yüksek adliye memuru tarafından taşınan altın bir sayvan vardı. Kutsanmış ekmek önünde taşınıyordu ve kardinaller ile soyluların zengin giysileri heybetli bir görünüm meydana getiriyordu. BM18 110.3

Bu sırada Konstanz’a yaklaşan başka bir yolcu vardı. Hus kendisini tehdit eden tehlikelerin farkındaydı. Dostlarıyla bir daha asla görüşmeyecekmiş gibi vedalaştı ve kendisini kazığa götürdüğünü hissettiği yolculuğuna çıktı. Hem Bohemya kralından, hem de imparator Sigismund’dan yolculuğu için emniyet güvencesi almış olmasına rağmen, ölümü ihtimalini göz önünde tutarak her türlü düzenlemeyi yapmıştı. BM18 111.1

Prag’daki dostlarına yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Kardeşlerim... Kraldan aldığım güvenceyle sayısı kalabalık olan ölümcül düşmanlarımla karşılaşmaya gidiyorum... Her Şeye Gücü Yeten Allah’a, Kurtarıcım’a tamamen teslim oluyorum; eminim ki O sizin coşkun dualarınızı dinleyecek, onlara karşı koyabilmem için sağgörüsünü ve hikmetini benim ağzıma koyacak; ve beni kendi gerçeğinde güçlendirmek için Kutsal Ruhu’nu verecektir, böylece ayartıları, hapsi ve gerekirse acımasız bir ölümü dahi cesaretle karşılayabilirim. İsa Mesih, sevdikleri için acı çekti; öyleyse bizim de kendi kurtuluşumuz uğruna her şeye sabırla dayanabilmemiz için, O’nun bize örnek olmasına şaşmalı mıyız? O Allah, biz O’nun yaratıklarıyız; O Rab, biz O’nun hizmetkârlarıyız; O dünyanın Efendisi, biz alçak ölümlüleriz - buna rağmen O acı çekti! Öyleyse neden biz de sıkıntı çekmeyelim, hele ki sıkıntılar bizim için bir arınma olacağı zaman? Bu nedenle, sevgililer, ölümüm O’nun görkemine hizmet edecekse, dua edin ki çabuk gelsin ve O bana uğradığım tüm felaketlere dayanıklılıkla göğüs germe gücünü versin. Fakat aranıza dönmem daha iyi olacaksa, Allah’a dua edelim ki lekesiz olarak dönebileyim - öyle ki, kardeşlerime izlenecek mükemmel bir örnek bırakabilmem için, müjdenin hakikatinden en küçük bir noktayı bile gizlemeyeyim. Dolayısıyla, muhtemelen yüzümü bir daha Prag’da göremeyeceksiniz; ancak Her Şeye Gücü Yeten Allah benim size dönmemi bahşederse, bu durumda O’nun yasasının bilgisine ve sevgisine daha kararlı bir kalple yaklaşalım.”—Bonnechose, 1. cilt, s. 147, 148. BM18 111.2

Hus, müjdenin öğrencisi olan bir rahibe gönderdiği başka bir mektupta, kendi hatalarından alçakgönüllülükle bahsediyor, kendisini “zengin giysiler giymekten zevk almış ve boş işlerle saatler ziyan etmiş” olmakla suçluyordu. Sonra da şu etkileyici öğütleri ekledi: “Zihnini maaşlı rahiplik makamları ile mülkiyet sahipliği değil, Allah’ın görkemi ve canların kurtuluşu meşgul etsin. Evini ruhundan daha fazla süslemekten kaçın; ve hepsinden önemlisi, dikkatini ruhsal gelişime ver. Fakirlerin yanında saygılı ve alçakgönüllü ol ve kendini zengin şölenlerde heba etme. Hayatını ıslah etmez ve gereksiz şeylerden kaçınmazsan, korkarım benim olduğum gibi sen de sert bir şekilde terbiye edileceksin... Öğretilerimi biliyorsun, zira talimatlarımı çocukluğundan beri aldın; bu yüzden sana daha fazla yazmamın gereği yok. Fakat sana Rabb’in merhameti ile yalvarıyorum, düştüğümü gördüğün boş şeylerin hiçbirinde beni taklit etme.” Mektubun kapağına da şunları ekledi: “Dostum, senden bu mührü ölüm haberimi kesin olarak alana dek açmamanı rica ediyorum.”—a.g.e., 1. cilt, s. 148, 149. BM18 112.1

Hus yolculuğu sırasında her yerde öğretilerinin yayıldığını gösteren belirtiler ve davasının nasıl beğeniyle karşılandığını gördü. İnsanlar onu görmek için akın akın geliyordu, bazı kasabalarda ona yüksek adliye memurları eşlik ediyordu. BM18 112.2

Hus Konstanz’a vardığında kendisine tam hürriyet verildi. İmparatorun emniyet güvencesine papanın kişisel koruma teminatı da eklendi. Ancak tekrar tekrar verilen bu resmi beyanların aksine, Reformcu kısa süre içinde papanın ve kardinallerin emriyle tutuklanarak iğrenç bir zindana atıldı. Daha sonra Ren Nehri karşısındaki korumalı bir kaleye götürülerek orada hapis tutuldu. İhanetinin yararını görmeyen papa da çok geçmeden aynı zindana atıldı. a.g.e., 1. cilt, s. 247. Konseyin önünde en aşağılık cürümlerden, cinayetin, dinsel rüşvetin ve zinanın yanı sıra, “söylenmesi uygun olmayan günahlardan” suçlu bulundu. Böylece konsey kararını verdi ve sonunda papalık tacı elinden alınarak hapse atıldı. Antipapalar da azledildi ve yeni bir papa seçildi. BM18 112.3

Papanın kendisi Hus’un rahiplere yönelttiği ve haklarında ıslahat talep ettiği suçlamalardan daha ağır cürümlerden mahkûm olmasına rağmen, papayı tenzil eden aynı konsey, Reformcu’yu da ortadan kaldırmaya kararlıydı. Hus’un hapse atılması Bohemya’da büyük öfkeye neden oldu. Güçlü soylular konseyin bu zulmüne şiddetle karşı çıktılar. Emniyet güvencesinin çiğnenmesine hiç istekli olmayan imparator, Hus’a karşı yapılan işlemlere karşı çıktı. Ancak Reformcu’nun düşmanları kötü niyetli ve kararlıydılar. İmparatorun önyargılarına, korkularına ve kilise için gösterdiği gayrete hitap ettiler. “Sapkınlara ve sapkınlığından şüphe edilen kimselere verilen sözlerin, imparatorlardan ve krallardan emniyet güvencesi almış olsalar dahi, tutulamayacağını” ispat etmek için ayrıntılı iddialar ileri sürdüler.—Jacques Lenfant, History of the Council of Constance [Konstanz Konseyinin Tarihçesi], 1. cilt, s. 516. Böylece amaçlarına ulaştılar. BM18 113.1

Hastalık ve hapislikten güçsüz düşen, zindanın nemli ve kirli havası yüzünden kendisini neredeyse öldürecek olan bir ateşe tutulan Hus, sonunda konseyin önüne çıkarıldı. Zincirlere vurulmuş bir halde, daha önce kendisine namusu ve şerefi üzerine koruma sözü vermiş olan imparatorun huzurunda durdu. Uzun duruşması süresince gerçeği kararlılıkla savundu ve toplanmış olan kilise ve devlet ileri gelenlerinin huzurunda hiyerarşinin yozlaşmalarına karşı ciddiyetle ve sadakatle itirazda bulundu. Öğretilerinden dönmek ile ölüm arasında seçim yapması istendiğinde, şehitliği seçti. BM18 113.2

Allah’ın lütfu ona güç verdi. Hakkındaki son hükmün verilmesinden önce geçen sıkıntılı haftalarda, göğün huzuru içini doldurdu. Bir dostuna şöyle dedi: “Bu mektubu hapiste, zincire vurulmuş elimle yazıyorum, yarın hakkımda idam kararının verilmesini bekliyorum... İsa Mesih’in yardımıyla ahiret hayatının harika huzurunda tekrar buluştuğumuzda, Allah’ın bana karşı ne denli merhametli davrandığını, beni ayartıların ve zorlukların içinde nasıl etkin bir şekilde desteklediğini öğreneceksin.”—Bonnechose, 2. cilt, s. 67. BM18 113.3

Hus, içinde bulunduğu zindanın kasveti içinde, gerçek imanın zaferini önceden gördü. Rüyasında müjdeyi duyurduğu Prag’daki şapeline geri döndüğünü, duvarlarına yaptığı Mesih’in resimlerini papanın ve piskoposlarının sildiğini gördü. “Bu görüm onu rahatsız etti; ancak ertesi gün birçok ressamın bu resimleri çok daha fazla sayıda ve daha parlak renklerle yeniden yaptığını gördü. Etrafları büyük bir kalabalıkla çevrilmiş olan ressamlar, işleri biter bitmez ‘Şimdi papalar ve piskoposlar gelirse gelsin; artık bunları hiçbir zaman silemeyecekler!’ diye bağırdılar.” Reformcu, rüyasına ilişkin olarak şöyle dedi: “Buna kesin olarak inanıyorum, Mesih’in sureti hiçbir zaman silinemeyecek. Onlar bunu yok etmeye çalıştılar, fakat benden çok daha iyi vaizler tarafından tüm kalplerde yeniden resmedilecek.”—D’Aubigne, 1. kitap, 6. bölüm. BM18 114.1

Hus son kez konseyin önüne çıkarıldı. Geniş ve görkemli bir topluluktu - imparator, imparatorun prensleri, kraliyet delegeleri, kardinaller, piskoposlar, rahipler ve büyük bir kalabalık günün olaylarını izlemeye gelmişlerdi. Vicdan özgürlüğünün sağlanacağı uzun mücadelenin bu ilk büyük kurbanına tanık olarak, Hristiyan aleminin dört bir yanından izleyiciler toplanmıştı. BM18 114.2

Son kararının ne olduğu sorulduğunda, Hus geri adım atmayı reddettiğini bildirdi ve verdiği güvenceyi utanmazca çiğneyen krala gözlerini dikerek şöyle dedi: “Burada bulunan imparatorun verdiği koruma güvencesi ve şeref sözü ile, kendi isteğimle bu konseyin huzuruna çıkmaya karar verdim.”— Bonnechose, 2. cilt, s. 84. Topluluktaki herkesin gözü Sigismund’a döndü ve imparatorun yüzü kıpkırmızı oldu. BM18 114.3

Hüküm verildikten sonra aşağılama töreni başladı. Piskoposlar tutsaklarına rahiplik esvabı giydirdiler, o ise papazlık cüppesini alırken şöyle dedi: “Rabbimiz Isa Mesih’e de, Hirodes kendisini Pilatus’un önünde yargılanmaya gönderdiğinde, hakaret amacıyla beyaz bir kaftan4 giydirilmişti.”—a.g.e., 2. cilt, s. 86. Sözlerini geri alması yeniden istendiğinde, insanlara dönerek şu yanıtı verdi: “O zaman hangi yüzle göklere bakarım? Saf müjdeyi vaaz ettiğim o büyük kalabalıklara hangi yüzle bakarım? Hayır; onların kurtuluşunu, şimdi ölüme teslim edilen şu zavallı bedenden daha çok önemsiyorum.” Rahiplik giysileri birer birer çıkarılırken, her piskopos törenin kendi üzerine düşen bölümünde kendi lanetini okuyordu. Sonunda “başına kağıttan yapılmış piramit biçiminde bir piskoposluk tacı koydular, üzerinde korkunç cin resimleri ve önünde belirgin bir şekilde ‘Sapkınların Başı’ yazısı vardı. Hus ‘Ey benim için dikenlerden taç giyen İsa’ dedi, ‘Senin uğruna bu utanç tacını seve seve giyerim.’ ” BM18 115.1

Bu şekilde süslendikten sonra, “piskoposlar ‘Şimdi ruhunu Şeytan’a teslim ediyoruz’ dediler. Jan Hus ise, gözlerini göğe dikerek ‘Bense ruhumu Senin ellerine bırakıyorum5 ey Rab İsa, zira Sen beni kurtardın’ dedi.”—Wylie, 3. kitap, 7. bölüm. BM18 115.2

Bundan sonra devlet yetkililerine teslim edilerek idam yerine götürüldü. Onları muazzam bir alay izliyordu, yüzlerce silahlı asker, pahalı giysileri içindeki rahipler ile piskoposlar ve Konstanz kentinin sakinleri. Kazığa bağlanarak ateşe verilmeye hazırlandığında, şehide bir kez daha hatalarından dönerek kendisini kurtarması teklif edildi. Hus “Hangi hatalarımdan döneyim?” dedi. “Kendimi hiçbir şeyden suçlu görmüyorum. Allah şahidimdir ki yazdığım ve öğrettiğim her şey canların günahtan ve mahvoluştan kurtarılmaları içindi; bu yüzden yazdığım ve öğrettiğim bu gerçeğe kanımla seve seve tanıklık edeceğim.”—a.g.e., 3. kitap, 7. bölüm. Alevler kendisini sardığında “Ey Davut oğlu İsa, halime acı” 6 diye ezgiler söylemeye başladı ve sesi sonsuza dek kesilinceye kadar devam etti. BM18 115.3

Kahramanca duruşundan düşmanları dahi etkilenmişti. Hus’un ve kısa bir süre sonra ölen Jerome’un şehadetlerini anlatan ateşli bir papalık yanlısı şöyle demişti: “Her ikisi de son anları yaklaşırken kararlı bir zihinle davranıyordu. Ateşe, sanki düğün şölenine gider gibi hazırlandılar. Ağızlarından hiçbir acı feryadı çıkmadı. Alevler yükseldiğinde ilahiler söylemeye başladılar; ateşin şiddeti ezgilerini neredeyse hiç bastıramadı.”—a.g.e., 3. kitap, 7. bölüm. BM18 116.1

Hus’un bedeni yanıp kül olduğunda, külleri üzerinde durduğu toprakla birlikte alınarak Ren Nehri’ne atıldı ve oradan okyanusa taşındı. Ona zulmedenler, öğrettiği gerçeklerin kökünü kazıdıklarını boş yere düşündüler. O gün denize taşınan küllerin yeryüzünün tüm ülkelerine dağılan tohumlar gibi olacağını; henüz bilinmeyen diyarlarda gerçeğe tanıklık eden bol meyveler getireceğini hayal bile edemezlerdi. Konstanz’ın konsey salonunda konuşan ses, gelecek tüm çağlarda duyulacak olan yankıları uyandırmıştı. Hus artık yoktu, fakat uğruna öldüğü gerçekler hiçbir zaman yok olmayacaktı. Onun iman ve dayanıklılık örneği, işkenceyle ve ölümle yüzleşen birçoklarını gerçek uğruna kararlılıkla durmak için cesaretlendirecekti. İdamı, Roma’nın kalleşçe zulmünü tüm dünyaya gösterdi. Gerçeğin düşmanları, kendileri bilmeseler de, yok etmeye boş yere uğraştıkları davaya aslında destek oluyorlardı. BM18 116.2

Konstanz’da bir kazık daha kurulacaktı. Başka bir şahidin kanı da gerçeğe tanıklık etmeliydi. Jerome, konseye gitmek üzere yola çıkan Hus’a cesaret ve dayanıklılık öğütlemiş, herhangi bir tehlikeye düşerse yardımına bizzat geleceğini bildirmişti. Reformcu’nun hapse atıldığını duyan sadık öğrenci hemen vaadini yerine getirmek için hazırlandı. Emniyet güvencesi olmadan, yanında tek bir yoldaşla, Konstanz’a doğru yola koyuldu. Oraya vardığında, Hus’u kurtarmak için yapabileceği bir şey olmaması bir yana, kendisini de tehlikeye attığını anladı. Kentten kaçtı, ancak eve dönüş yolculuğunda tutuklandı ve zincire vurularak bir grup askerin gözetiminde geri getirildi. Konseyin önüne ilk çıkarılışında, kendisine karşı yapılan suçlamaları yanıtlama teşebbüsleri “Ateşe atın! Ateşe atın!” bağrışlarıyla kesildi.—Bonnechose, 1. cilt, s. 234. Zindana atılarak kendisine büyük acı veren bir konumda zincirlendi, yiyecek olarak ekmek ve su verildi. Birkaç ay sonra hapiste uğradığı zulümler Jerome’un hayatını tehdit eden bir hastalığa yakalanmasına neden oldu, düşmanları ellerinden kurtulacağından korkarak ona daha yumuşak davranmaya başladılar, ancak hapiste bir yıl kaldı. BM18 116.3

Hus’un ölümü papalık yanlılarının beklediği sonucu sağlamamıştı. Ona verilen emniyet güvencesinin ihlal edilmiş olması bir öfke seline neden oldu, bu yüzden konsey Jerome’u yakmaktansa, mümkünse geri adım atmasını sağlamaya karar verdi. Heyetin önüne getirildi ve sözlerinden caymakla kazıkta ölüm arasında seçim yapması istendi. Hapse ilk atıldığında öldürülmüş olsaydı, uğradığı korkunç acıların yanında rahmet gibi kalırdı; ancak şimdi hastalıktan, hapishanenin sıkıntılarından ve endişe ile belirsizliğin neden olduğu işkenceden zayıf düşen, dostlarından ayrılan ve Hus’un ölümüyle cesareti kırılan Jerome’un dayanıklılığı çöktü ve konseye teslim olmaya razı oldu. Katolik inancına sadık kalacağına güvence verdi ve konseyin Wycliffe ile Hus’un öğretilerini kınama kararını, onların öğretmiş oldukları “kutsal gerçekler” hariç olmak üzere, kabul etti.—a.g.e., 2. cilt, s. 141. BM18 117.1

Jerome bu çareye başvurarak vicdanının sesini susturmaya ve kaderinden kaçmaya çalıştı. Ancak zindanda yalnız kalınca yapmış olduğu şeyi daha net gördü. Hus’un cesaretini ve sadakatini düşündü, kendisi ise bunun aksine hakikati inkâr etmişti. Kendisine hizmet etmeye söz vermiş olduğu ve onun uğruna haç üzerinde ölüme katlanan ilahî Efendi’yi düşündü. Geri adım atmadan önce, tüm sıkıntılarının arasında, Allah’ın lütfunun güvencesiyle teselli buluyordu; ancak şimdi pişmanlık ve şüpheler ruhuna işkence ediyordu. Roma’yla barış sağlayana dek daha başka şeylerden de dönmesi gerekeceğini biliyordu. Girmekte olduğu yol onu yalnızca tam bir sapkınlığa götürebilirdi. Kararını verdi: Kısa bir sıkıntı süresinden kaçınmak için Rabbi’ni inkâr etmeyecekti. BM18 117.2

Çok geçmeden yeniden konseyin önüne çıkarıldı. Teslimiyeti yargıçlarını tatmin etmemişti. Hus’un ölümüyle kamçılanan kana susamışlıkları, yeni kurbanlar istiyordu. Jerome hayatını ancak hakikatten kayıtsız şartsız vazgeçmesi halinde koruyabilirdi. Fakat o imanını ikrar etmeye ve alevlere giden şehit kardeşini izlemeye karar verdi. BM18 118.1

Daha önce attığı geri adımdan vazgeçti ve ölüme giden birisi olarak savunmasını yapmak için ciddiyetle talepte bulundu. Sözlerinin yaratacağı etkiden korkan piskoposlar, yalnızca kendisine yöneltilen suçlamaların doğruluğunu kabul ya da reddetmesinde ısrar ettiler. Jerome bu zulme ve adaletsizliğe itiraz etti. “Beni üç yüz kırk gün boyunca korkunç bir zindana tıktınız” diye konuştu; “pislik, iğrençlik ve kötü kokular içinde, her şeyden mahrum bir halde bıraktınız; şimdi de önünüze çıkarıyor, can düşmanlarıma kulak verdiğiniz halde beni dinlemeyi reddediyorsunuz. Gerçekten bilge kişiler ve dünyanın ışıklarıysanız, adalete karşı günah işlememeye dikkat edin. Bana gelince, ben sadece zayıf bir ölümlüyüm; hayatımın çok az önemi var; bu yüzden adaletsiz bir hüküm vermemenizi söylerken kendimden çok sizin için konuşuyorum.”—a.g.e., 2. cilt s. 146, 147. BM18 118.2

Sonunda talebi onaylandı. Jerome yargıçlarının huzurunda diz çökerek, ağzından hakikate aykırı ya da Efendisi’ne yakışmayan hiçbir söz çıkmaması için, Kutsal Ruh’un düşüncelerine ve sözlerine hakim olmasını diledi. Allah’ın ilk öğrencilere vaadi, o gün kendisi için yerine geldi: “Benden ötürü valilerin, kralların önüne çıkarılacak[sınız]... Sizleri mahkemeye verdiklerinde, neyi nasıl söyleyeceğinizi düşünerek kaygılanmayın. Ne söyleyeceğiniz o anda size bildirilecek. Çünkü konuşan siz değil, aracılığınızla konuşan Babanız’ın Ruhu olacak” (Matta 10:1820). BM18 118.3

Jerome’un sözleri düşmanlarında bile şaşkınlık ve hayranlık uyandırdı. Tam bir yıldır zindana hapsedilmişti, okuyamıyor, hatta göremiyordu, büyük bir fiziksel acı ve zihinsel endişe içindeydi. Fakat düşünceleri, sanki hiç rahatsız edilmeden çalışma fırsatı bulmuş gibi bir netlik ve etkiyle sunuluyordu. Dinleyicilerine, adaletsiz yargıçlar tarafından mahkûm edilen uzun bir kutsal insanlar silsilesinden bahsetti. Neredeyse her nesilde, zamanının halkını yükseltmeyi amaçladıkları halde, kınanarak kovulan, fakat daha sonra itibar görmeye layık oldukları ispatlanan kişiler olmuştu. Mesih’in kendisi adaletsiz bir mahkemede suçlu gibi mahkûm edilmişti. BM18 119.1

Jerome geri adım attığı zaman Hus’u mahkûm eden kararın adil olduğunu kabul etmişti; şimdi ise pişmanlığını beyan etti ve şehidin masumiyetine ve kutsallığına tanıklıkta bulundu. “Onu çocukluğundan beri tanıyordum” dedi. “Üstün bir insandı, adil ve kutsaldı; masum olmasına rağmen mahkûm edildi... Bana gelince - Ben de ölüme hazırım: Düşmanlarım ve yalancı şahitler tarafından bana karşı hazırlanan işkencelerden yılmayacağım, bu kişiler bir gün, hiçbir şeyin aldatamayacağı yüce Allah’ın önünde sahtekârlıklarının hesabını vermek zorunda kalacaklar.”—Bonnechose, 2. cilt, s. 151. BM18 119.2

Jerome, gerçeği inkâr etmiş olmasından duyduğu vicdan azabıyla sözlerine devam etti: “Gençliğimden beri işlediğim günahlar içinde bana en çok yük olanı ve çok acı pişmanlık vereni, bu ölümcül yerde işlediğim, Wycliffe’e karşı ve öğretmenim ve dostum, kutsal şehit Jan Hus’a karşı verilen adaletsiz hükümleri onaylamış olmamdır. Evet! Yürekten itiraf ediyor ve dehşetle ifade ediyorum ki, ölüm korkusuyla onların öğretilerini kınadığımda, utanç verici bir şekilde korkuya kapılmıştım. Bu nedenle... Her Şeye Gücü Yeten Allah’tan günahlarımı, bilhassa da en iğrenç olan bu günahımı bağışlamasını diliyorum.” Hakimlere işaret ederek kararlılıkla şöyle dedi: “Wycliffe’i ve Hus’u kilisenin öğretilerini sarstıkları için değil, yalnızca ruhban sınıfının neden olduğu rezaletleri - gösterişlerini, gururlarını ve piskoposlar ile rahiplerin tüm ahlaksızlıklarını kınadıkları için mahkûm ettiniz. Bildirmiş oldukları su götürmez gerçekler konusunda ben de onlar gibi düşünüyorum ve bunları ilan ediyorum.” BM18 119.3

Sözleri yarıda kesildi. Öfkeden titreyen piskoposlar bağrıştılar: “Başka kanıta gerek var mı? Sapkınların en inatçısı gözlerimizin önünde!” BM18 120.1

Kopan fırtınadan etkilenmeyen Jerome haykırdı: “Yoksa ölümden korktuğumu mu sanıyorsunuz? Beni ölümün kendisinden de korkunç bir zindanda bir yıl boyunca tuttunuz. Bana bir Türk’e, Yahudi’ye ya da putpereste davranacağınızdan daha zalimce davrandınız, etlerim resmen kemiklerimden diri diri sıyrıldı; fakat şikâyet etmiyorum, zira yürekli ve güçlü ruhlu bir adama ağlayıp sızlamak yakışmaz; yine de bir Hristiyan’a gösterdiğiniz bu barbarlığa hayret etmeden duramıyorum.”—a.g.e, 2. cilt, s. 151153. BM18 120.2

Öfke fırtınası tekrar patladı ve Jerome apar topar hapse atıldı. Heyette sözlerinden derinden etkilenen bazı kişiler vardı ve hayatını kurtarmak için harekete geçtiler. Kilise ileri gelenleri onu ziyaret etti ve konseye boyun eğmesini öğütlediler. Roma’ya itirazından dönmesi durumunda ödül olarak kendisine çok parlak bir gelecek vaat edildi. Fakat kendisine dünyanın yüceliği sunulduğunda Efendisi’nin yaptığı gibi, Jerome da sadık kaldı. BM18 120.3

“Kutsal Yazılar’a göre yanılgıda olduğumu ispatlayın” dedi, “ben de sözümden dönerim.” BM18 120.4

Onu ayartmaya çalışanlardan biri “Kutsal Yazılar mı!” diye haykırdı, “her şeyi onlara göre mi değerlendireceğiz? Kilise yorumlamadıkça onları kim anlayabilir ki?” BM18 120.5

Jerome, “İnsanların adetleri Kurtarıcımız’ın müjdesinden daha mı çok imana layık?” karşılığını verdi. “Pavlus yazdığı kişilere insanların adetlerine kulak vermelerini söylemedi, fakat ‘Kutsal Yazılar’ı araştır’ dedi.” BM18 120.6

Karşılık olarak “Sapkın!” yanıtı duyuldu, “sana bu kadar yalvardığıma pişmanım. Görüyorum ki seni gerçekten de İblis yönlendiriyor.”—Wylie, 3. kitap, 10. bölüm. BM18 121.1

Çok geçmeden hakkında mahkûmiyet kararı verildi. Hus’un canını verdiği yere götürüldü. Yolda ezgiler söyledi, yüzü sevinç ve huzurla aydınlanmıştı. Gözlerini Mesih’e dikti ve onun için ölüm tüm dehşetini yitirdi. Cellat kazığın dibindeki yığını ateşe vermek için arkasına geçtiğinde, şehit haykırdı: “Yürekli ol da önüme gel; ateşi yüzüme karşı yak. Korkacak olsam burada olmazdım.” BM18 121.2

Etrafını yükselen alevler sardığında son sözleri bir dua oldu. “Rab, Her Şeye Gücü Yeten Baba,” diye haykırdı, “bana acı ve günahlarımı bağışla; zira Senin gerçeğini her zaman sevdiğimi biliyorsun.”—Bonnechose, 2. cilt, s. 168. Sesi kesildi, fakat dudakları kıpırdayarak duaya devam etti. Ateş işini bitirdiğinde, şehidin külleri üzerinde durduğu toprakla birlikte alınarak, Hus’un külleri gibi Ren Nehri’ne atıldı. BM18 121.3

Böylece Allah’ın ışığını taşıyan sadıklar yok edildi. Fakat duyurdukları gerçeklerin ışığı kahramanca gösterdikleri örneğin ışığısöndürülemeyecekti. Zira bu, dünyanın üzerine daha o zamandan doğan günü engellemek için güneşi geriye çevirmeye çalışmak gibiydi. BM18 121.4

Hus’un idamı Bohemya’da büyük bir öfke ve dehşet fırtınası meydana getirmişti. Tüm ulus onun rahiplerin kötü niyetine ve imparatorun ihanetine kurban gittiğini düşünüyordu. Hakikatin sadık bir öğretmeni olduğu ilan edildi ve onu ölüme mahkûm eden konsey cinayetle suçlandı. Öğretileri şimdi eskisinden de fazla ilgi çekiyordu. Wycliffe’in yazıları, papalık emriyle yakılmıştı. Ancak yok olmaktan kurtulanlar artık saklandıkları yerlerden çıkıyor ve Kutsal Kitap’la, ya da insanların elde edebildikleri bölümleriyle birlikte çalışılıyordu, böylece pek çok kişi yenilenen imanı kabul etti. BM18 121.5

Hus’u öldürenler, davasının zafere ulaşmasına tanık olmak için bir kenara çekilip sessizce beklemediler. Papa ve imparator hareketi yok etmek için birleşti ve Sigismund’un orduları Bohemya’ya saldırdı. BM18 122.1

Fakat bir kurtarıcı çıktı. Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra tamamen kör olan, ancak buna rağmen yaşıtları arasındaki en yetkin generallerden biri olan Ziska, Bohemyalılara önderlik ediyordu. Allah’ın yardımına ve davalarının haklılığına güvenen halk, karşılarına çıkabilecek en güçlü ordulara direndi. İmparator tekrar tekrar yeni ordular toplayarak Bohemya’yı işgal etti, ancak her seferinde aşağılayıcı bir şekilde geri püskürtüldü. Hus yanlıları ölüm korkusunu aşmışlardı, karşılarında hiçbir şey duramıyordu. Savaşın başlangıcından birkaç yıl sonra cesur Ziska öldü; ancak yerini dolduran Prokopius aynı ölçüde cesur ve tecrübeli bir generaldi, hatta bazı bakımlardan daha yetkin bir önderdi. BM18 122.2

Bohemyalıların düşmanları, kör savaşçının öldüğünü öğrendiklerinde, bu durumu kaybettikleri her şeyi geri kazanmak için uygun bir fırsat olarak gördüler. Papa, Hus yanlılarına karşı haçlı seferi ilan etti ve tekrar Bohemya’ya karşı muazzam bir ordu toplandı, ancak ağır şekilde yenilgiye uğratıldı. Başka bir haçlı seferi ilan edildi. Avrupa’nın papalığa bağlı tüm ülkelerinde savaş için adam, para ve mühimmat toplandı. Papalık bayrağı altında büyük kalabalıklar toplandı, bunlar en sonunda Hus yanlısı sapkınların sonunun geleceğinin güvencesiydi. Zaferden emin olan muazzam ordu Bohemya’ya girdi. Halk onları geri püskürtmek için toplandı. İki ordu birbirine yaklaştı, en sonunda bir nehrin iki kıyısında karşılaştılar. “Haçlıların gücü daha üstündü; ancak ırmağı geçerek, karşılarına çıkmak için bu kadar uzun yoldan geldikleri Hus yanlılarıyla savaşa tutuşmak yerine, oldukları yerde kalıp sessizce bu savaşçılara bakmaya başladılar.”— Wylie, 3. kitap, 17. bölüm. Sonra aniden ordunun üzerine gizemli bir dehşet düştü. Tek bir darbe bile vurulmadan o dev kuvvet kırıldı ve adeta görülmeyen bir güç tarafından darmadağın edildi. Kaçanların peşine düşen Hus yanlılarının ordusu pek çoğunu öldürdü ve galiplerin eline büyük bir ganimet geçti, böylece savaş Bohemyalıları fakirleştireceğine daha da zenginleştirdi. BM18 122.3

Birkaç yıl sonra, yeni papanın idaresi altında yeni bir haçlı seferi düzenlendi. Daha önce olduğu gibi, Avrupa’nın papalığa bağlı tüm ülkelerinden adam ve araçgereç toplandı. Bu tehlikeli girişime katılacak olanlara vaat edilen teşvikler çok büyüktü. Her bir haçlı askerine, en iğrenç günahlarının tamamen bağışlanması güvencesi verildi. Savaşta ölecek olan herkese gökte zengin bir ödül vaat edildi, hayatta kalanlar ise savaş alanından şeref ve zenginlik biçeceklerdi. Yine muazzam bir ordu toplandı ve sınırı geçerek Bohemya’ya girdiler. Hus yanlısı kuvvetler önlerinden geri çekilerek işgalcileri ülkenin iç kısımlarına çektiler ve onları zaferin şimdiden kazanıldığına inandırdılar. Sonunda Prokopius’un ordusu direnmeye başladı ve düşman üzerine yürüyerek savaşa devam etti. Hatalarını anlayan haçlılar, karargâhlarını kurarak ilk saldırıyı beklemeye başladılar. Yaklaşan kuvvetlerin sesi işitildiğinde, daha Hus yanlılarının ordusu ortada bile yokken, haçlılar tekrar paniğe kapıldılar. Prensler, generaller ve sıradan askerler zırhlarını atarak dört bir yana kaçtılar. İşgal önderi olan papalık elçisi, dehşete kapılmış ve dağılmış ordularını toparlamak için boşuna uğraştı. Bütün gayretlerine rağmen, kendisi de kaçanların meydana getirdiği sele kapıldı. Bozgun tamamlanmıştı ve galiplerin eline yine muazzam bir ganimet geçti. BM18 123.1

Böylece Avrupa’nın en güçlü ulusları tarafından gönderilen, muharebe için eğitim almış ve teçhizatla donatılmış cesur ve savaşsever askerlerden oluşan ordu, tek bir darbe bile indirmeden küçük ve o zamana dek zayıf bilinen bir ulusu savunanların önünde ikinci kez dağıldı. Burada ilahî gücün tezahürü vardı. İşgalciler doğaüstü bir dehşetle sarsılmışlardı. Firavun’un ordularını Kızıldeniz’de bozguna uğratan, 7 Midyan ordularını Gidyon’un ve üç yüz adamının önünden kaçırtan8, mağrur Asurluların kuvvetlerini bir gecede yere seren9 Kişi, zalimin gücünü söndürmek için elini tekrar uzatmıştı. “Orada korku olmıyan yerde çok korktular; zira Allah sana karşı ordu kuranın kemiklerini dağıttı; onları utandırdın; çünkü Allah onları kendisinden attı” (Mezmur 53:5 [KM]). BM18 123.2

Kuvvet kullanarak galip gelmekten umudu kesen papalık önderleri, sonunda diplomasiye başvurdular. Bohemyalılara vicdan özgürlüğü verirmiş gibi yapmasına rağmen, gerçekte onları Roma’nın denetimine teslim eden bir uzlaşma sağlandı. Bohemyalılar Roma’yla barışın koşulu olarak dört madde belirlemişlerdi: Kutsal Kitap’ın özgürce duyurulması; tüm kilisenin Rabb’in Sofrası’nda ekmeğe ve şaraba katılması ve kilise ibadetinde ana dil kullanımı; ruhban sınıfının her türlü dünyasal görev ve yetkiden hariç tutulması; ve suç işlenmesi durumunda kamu mahkemelerinin hem ruhban sınıfını, hem de sıradan insanları aynı şekilde yargılama yetkisi olması. Papalık yetkilileri sonunda “Hus yanlılarının dört koşulunun kabul edilmesine, ancak bunları açıklama, yani kesin anlamlarına karar verme hakkının konseye başka bir deyişle papaya ve imparatoraait olması gerektiğine karar verdiler.”—Wylie, 3. kitap, 18. bölüm. Bu esaslara göre antlaşma yapıldı ve Roma çatışma ile kazanamadığını gerçeği çarpıtma ve hile yoluyla elde etti; zira Hus yanlılarının maddelerine kendi yorumlarını uyguladığında, Kutsal Kitap’ta olduğu gibi, anlamlarını kendi amaçlarına hizmet edecek şekilde saptırabilirdi. BM18 124.1

Bohemya’da geniş bir kesim, özgürlüklerine ihanet ettiğini görerek, antlaşmaya onay vermediler. Anlaşmazlıklar ve bölünmeler ortaya çıkarak, iç savaşa ve kan dökülmesine neden oldu. Bu savaşta asil Prokopius düştü ve Bohemya’nın özgürlükleri yok oldu. BM18 124.2

Hus’a ve Jerome’a ihanet eden Sigismund şimdi Bohemya’nın kralı olmuştu ve Bohemyalıların haklarını korumak için ettiği yemine rağmen papalığı yerleştirmeye devam etti. Ancak Roma’ya yaranmaya çalışması ona hiçbir şey kazandırmadı. Hayatı yirmi yıl boyunca güçlükler ve tehlikelerle dolu olmuştu. Uzun ve sonuçsuz bir çekişmenin ardından orduları zayıf düşmüş, hazinesi tamtakır kalmıştı; şimdi ise, bir yıl hüküm sürdükten sonra öldü ve krallığını iç savaşın kıyısında, gelecek nesillere alçaklıkla ün salmış bir isim miras bıraktı. BM18 125.1

Kargaşa, savaş ve dökülen kan devam ediyordu. Yabancı ordular Bohemya’yı tekrar işgal etti ve iç çekişmeler ulusun dikkatini dağıtmaya devam etti. Müjdeye sadık kalanlar kanlı bir zulme maruz kaldılar. BM18 125.2

Eski kardeşleri Roma’yla antlaşma yaparak onun hatalarını özümserken, kadim imana sadık kalanlar ise ayrı bir kilise kurarak “Birleşmiş Kardeşler” adını aldılar. Bu eylemleri her sınıftan kendilerine lanet edilmesine yol açtı. Fakat dayanıklılıkları sarsılmadı. Ormanlara ve mağaralara sığınmak zorunda kaldılar, yine de Allah’ın sözünü okumak ve O’na ibadet etmek için biraraya geldiler. BM18 125.3

Çeşitli ülkelere gizlice gönderdikleri haberciler aracılığıyla, orada burada “bir o kentte, bir bu kentte, kendileri gibi zulme maruz kalan hakikatin yalnız savunucularının olduğunu; ve Alp dağlarında Kutsal Yazı’nın temeli üzerine kurulu ve Roma’nın putperest yozlaşmalarını reddeden eski bir topluluğun bulunduğunu” öğrendiler.—Wylie, 3. kitap, 19. bölüm. Bu istihbarat büyük bir sevinçle karşılandı ve Valdens Hristiyanlarla yazışmaya başladılar. BM18 125.4

Müjdeye sadık kalan Bohemyalılar zulüm geceleri boyunca beklediler, en karanlık saatte gözlerini sabahı bekleyenler gibi ufka doğru çevirdiler. “Kaderleri şeytanî günlerde yazılmıştı, fakat... ilk olarak Hus’un söylediği ve Jerome’un tekrarladığı sözleri hatırladılar, şafak sökmeden önce bir yüzyıl geçmeliydi. Bu sözler Taborlular (Hus yanlıları) için, Yusuf’un esirlik evinde oymaklara söylediği sözler gibiydi: ‘Ben ölmek üzereyim, ama Tanrı kesinlikle size yardım edecek; sizi... söz verdiği topraklara götürecek.’ ” 10—a.g.e., 3. kitap, 19. bölüm. “On beşinci yüzyılın son dönemi, Kardeşler kiliselerinin yavaş fakat emin adımlarla yükselişine tanık oldu. Rahat bırakıldıkları kesinlikle söylenemez, ancak nispeten daha huzurluydular. On altıncı yüzyılın başında kiliselerinin sayısı Bohemya ve Moravya’da iki yüze ulaşmıştı.”—Ezra Hall Gillett, Life and Times of John Huss [Jan Hus’un Yaşamı ve Dönemi] , 2. cilt, s. 570. “Ateşin ve kılıcın yıkıcı öfkesinden kaçarak, Hus’un önceden bildirdiği şafak vaktini görmesine izin verilenler böylesine kalabalıktı.”—Wylie, 3. kitap, 19. bölüm. BM18 125.5