Büyük Mücadele
4.—VALDENSLER
Papalığın hüküm sürdüğü uzun dönem boyunca yeryüzünü kaplayan karanlığın içinde, gerçeğin ışığı tamamen söndürülemedi. Her çağda, Allah ile insan arasındaki tek aracı olarak Mesih’i kabul eden, hayatın tek kanunu olarak Kutsal Kitap’ı sayan ve gerçek Şabat’ı kutsal tutan insanlar, Allah’ın tanıkları vardı. Dünyanın bu insanlara ne kadar borçlu olduğunu gelecek kuşaklar asla bilmeyecek. Sapkınlar olarak damgalandılar, amaçlarına karşı çıkıldı, kişiliklerine dil uzatıldı, yazıları gizlendi, çarpıtıldı ya da tahrif edildi. Ancak onlar dik durdular ve imanlarını, gelecek nesiller için kutsal bir miras olarak, saf bir biçimde korudular. BM18 67.1
Allah halkının Roma egemenliğini izleyen karanlık çağdaki tarihi gökte yazılıdır, fakat insan kayıtlarında onlara çok az yer verilmiştir. Kendilerine zulmedenlerin yönelttikleri suçlamalar haricinde, varlıklarına dair çok az iz bulunabilir. Roma’nın politikası, kendi doktrinlerine ya da hükümlerine aykırılığın izlerinin silinmesiydi. İster kişi, ister yazı olsun, sapkın olarak gördüğü her şeyi yok etmeye çalışmıştır. Şüphe ifadeleri ya da papalık dogmalarının yetkisine karşı yöneltilecek bir soru, zengin olsun fakir olsun, üst tabaka olsun alt tabaka olsun, soranların hayatını kaybetmesi için yeterliydi. Roma ayrıca muhaliflere uyguladığı zulmün de tüm kayıtlarını yok etmeye çalıştı. Papalık heyetleri, bu türden kayıtları içeren kitapların yakılmasına karar vermişlerdir. Matbaanın icadından önce kitapların sayısı azdı ve biçimleri korunmalarına uygun değildi; dolayısıyla Roma yanlılarını amaçlarına ulaşmaktan alıkoyacak fazla engel yoktu. BM18 67.2
Roma’nın yetki alanındaki hiçbir kilise, vicdan özgürlüğünü, uzun süre rahatsız edilmeden uygulayamadı. Papalık güce kavuşur kavuşmaz yetkisini tanımayı reddeden herkesi ezmek için kollarını uzattı ve kiliseler birbiri ardınca onun egemenliğine girmeye başladı. BM18 68.1
Büyük Britanya’da ilk dönem Hristiyanlığı erken zamanlarda kök salmıştı. Britanyalıların ilk yüzyıllarda aldığı müjde, henüz Roma sapkınlığıyla yozlaştırılmamıştı. Putperest imparatorların bu uzak kıyılara kadar uzanan zulmü, ilk Britanya kiliselerinin Roma'dan aldıkları tek armağandı. İngiltere’deki zulümden kaçan birçok Hristiyan İskoçya’ya sığındı; gerçek buradan İrlanda’ya götürüldü ve bu ülkelerin tümünde memnuniyetle kabul edildi. BM18 68.2
Saksonlar Britanya’yı işgal ettiklerinde, putperestlik kontrolü ele geçirdi. Fatihler kölelerinin kendilerine yol göstermelerinden rahatsızdılar, bu nedenle Hristiyanlar dağlara ve kırlara çekilmeye zorlandılar. Ancak ışık bir süreliğine gizlense de yanmaya devam etti. Bir yüzyıl sonra İskoçya'da, çok uzak ülkelere ulaşacak denli parlak yanmaya başladı. İrlanda’dan dindar Columba ve çalışma arkadaşları gelerek, dağılmış imanlıları ıssız Iona adasında topladılar ve burayı müjdeleme etkinliklerinin merkezi yaptılar. Bu müjdeciler arasında Kutsal Kitap’ın Şabatı’nı tutan biri de vardı, böylece bu gerçek, insanlar arasında yayılmış oldu. Iona'da bir okul kuruldu, buradan çıkan müjdeciler yalnızca İskoçya ve İngiltere’ye değil, Almanya’ya, İsviçre’ye, hatta İtalya’ya kadar gittiler. BM18 68.3
Fakat Roma gözlerini Britanya’ya dikmişti ve onu egemenliği altına almaya kararlıydı. Altıncı yüzyılda misyonerleri putperest Saksonları ihtida ettirme görevini üstlendi. Gururlu barbarlar tarafından beğeniyle karşılandılar ve binlerce kişinin Roma imanını ikrar etmesini sağladılar. Çalışma ilerledikçe, papalık önderleri ve onların mühtedileri eski Hristiyanlarla da karşılaştılar. Ortaya çarpıcı bir zıtlık çıkmıştı. Eski Hristiyanların kişilikleri, öğretileri ve yaşam biçimleri yalın, alçakgönüllü ve Kutsal Yazılar’a uygun bir görünümdeydi, sonradan gelenler ise papalığın batıl inancını, debdebesini ve kibrini sergiliyordu. Roma’nın temsilcisi bu Hristiyan kiliselerinin yüce papanın üstünlüğünü tanımalarını talep etti. Britanyalılar alçakgönüllülükle, kendilerinin tüm insanları sevmeyi arzuladıklarını, ancak papanın kilisede herhangi bir üstünlüğünün olmadığını, ona sadece Mesih’in her izleyicisine gösterilmesi gereken saygıyı gösterebileceklerini söylediler. Roma’ya bağlılıklarını sağlamak için defalarca teşebbüste bulunuldu; fakat bu sade Hristiyanlar, Roma temsilcilerinin gösterdiği gururdan hayrete düşerek, Mesih’ten başka bir efendi tanımadıklarını kararlılıkla bildirdiler. Papalığın gerçek yüzü şimdi ortaya çıkıyordu. Romalı önder şöyle dedi: “Size barış getiren kardeşleri kabul etmezseniz, savaş getiren düşmanlarla karşılaşırsınız. Saksonlara yaşam yolunu göstermede bizimle birlik olmazsanız, onların elinden ölüm darbesini alacaksınız.”—J. H. Merle D’Aubigne, History of the Reformation of the Sixteenth Century [On Altıncı Yüzyıl Reformu'nun Tarihçesi] , 17. kitap, 2. bölüm. Bunlar boş tehditler değildi. Kutsal Kitap imanının tanıklarına karşı savaş, entrika ve aldatmacalara başvuruldu, sonunda Britanya kiliseleri ya yok edildiler ya da papanın yetkisine boyun eğmek zorunda bırakıldılar. BM18 68.4
Roma’nın yönetim alanı dışında kalan ülkelerde, papalığın yozlaşmasından neredeyse hiç etkilenmeyen Hristiyan toplulukları yüzyıllar boyunca varlıklarını sürdürdü. Etrafları putperestler tarafından kuşatılmıştı ve çağlar boyunca onların yanılgılarından etkilendiler; ancak Kutsal Kitap’ı imanın tek kaynağı olarak görmeye devam ettiler ve hakikatlerinin pek çoğuna sıkı sıkıya sarıldılar. Bu Hristiyanlar Allah’ın yasasının sürekliliğine inanıyor ve dördüncü emirdeki Şabat gününü tutuyorlardı. Bu imana ve uygulamaya bağlı kalan kiliseler, Orta Afrika’da ve Asya’daki Ermeniler arasında varlıklarını sürdürdü. BM18 69.1
Ancak papalığın tecavüzlerine karşı direnenler arasında en çok Valdensler göze çarpıyordu. Papalığın tahtını kurduğu diyarın orta yerinde, aldatmacalarına ve yozlaşmasına en büyük kararlılıkla karşı çıkılıyordu. Piedmont kiliseleri yüzyıllar boyunca bağımsızlıklarını korudular; fakat sonunda Roma’nın onlardan da teslim olmalarını istediği zaman geldi. Roma’nın zorbalığına karşı faydasız mücadeleler verildikten sonra, bu kiliselerin önderleri tüm dünyanın önünde diz çöktüğü anlaşılan gücün üstünlüğünü gönülsüzce kabul etmek zorunda kaldılar. Ne var ki, hâlâ papanın ve piskoposun yetkisine boyun eğmeyi reddedenler vardı. Bu kişiler Allah’a olan bağlılıklarını ve imanlarının paklığı ile sadeliğini korumaya kararlıydılar. Bir ayrışma meydana geldi. Kadim imana sıkı sıkıya sarılanlar geri çekildiler; bazıları Alplerdeki anayurtlarını terk ederek gerçeğin bayrağını yabancı ülkelerde dikmeye başladılar; diğerleri ise gözlerden uzak vadilere ve dağların kayalık bölgelerine çekilerek, buralarda Allah’a ibadet etme özgürlüklerini korudular. BM18 70.1
Valdens Hristiyanlar tarafından yüzyıllardır öğretilen iman, Roma’nın ileri sürdüğü sahte öğretilerle taban tabana zıttı. Dini inançları, Hristiyanlığın gerçek sistemine, yani Allah’ın yazılı sözüne dayalıydı. Gözlerden uzak sığınaklarında, dünyadan kopuk bir şekilde sürülerini beslemek ve bağlarında çalışmak zorunda olan bu alçakgönüllü köylüler, sapkın kilisenin dogmalarına ve küfürlerine karşı olan gerçeği kendi başlarına bulmamışlardı. İmanları yeni gelen bir iman değildi. Dini inançları onlara atalarından miras kalmıştı. Elçisel kilisenin imanı, “kutsallara ilk ve son kez emanet edilen iman” uğrunda mücadele ediyorlardı (Yahuda 3). Mesih’in gerçek kilisesi, Allah’ın dünyaya ulaştırılmak üzere kendi halkına teslim ettiği gerçeğin koruyucusu, dünyanın büyük başkentindeki gururlu hiyerarşi değil, “çöldeki topluluk” 1 idi. BM18 70.2
Gerçek kilisenin Roma’dan ayrılmasının başlıca nedenlerinden biri de, Roma’nın Kutsal Kitap Şabatı’na duyduğu nefretti. Peygamberlik sözünde önceden bildirildiği üzere, papalık gücü hakikati yere çalmıştı. 2 Allah’ın yasası ayaklar altına alınırken, insanların adet ve gelenekleri yüceltiliyordu. Papalığın egemenliği altındaki kiliseler, daha ilk zamanlarda pazar gününü kutsal gün olarak şereflendirmeye zorlanmışlardı. Hüküm süren yanılgıların ve batıl inançların arasında pek çok kişi, hatta Allah’ın gerçek halkı, o kadar şaşkınlığa uğramışlardı ki, Şabat gününü tutmalarına rağmen pazar günleri de çalışmaktan kaçınıyorlardı. Ancak papalık önderlerini bu da tatmin etmedi. Pazar’ın kutsal tutulmasını talep etmekle kalmadılar, Şabat gününün çiğnenmesini de emrettiler; üstelik Şabat’ı şereflendirmeye cüret edenleri en sert dille suçladılar. Bir insanın Allah’ın yasasını huzur içinde yerine getirebilmesi, ancak Roma’nın egemenlik alanından kaçarak mümkün olabilirdi. (Ek’e bakınız.) BM18 71.1
Valdensler Avrupa halkları içinde kendi dillerinde Kutsal Yazılar’ı ilk ele geçiren topluluklardan biriydi. (Ek’e bakınız.) Reformdan yüzlerce yıl önce kendi anadillerinde Kutsal Kitap elyazmalarına sahiptiler. Hakikat hilesiz bir biçimde ellerindeydi, bu da onları nefret ve zulmün özel hedefleri haline getiriyordu. Roma Kilisesi’nin Vahiyde sözü edilen sapkın Babil olduğunu ilan ettiler ve canları pahasına onun yozlaşmalarına karşı durdular. Uzun zamandan beri devam eden zulmün baskısı altındayken, bazıları imanlarının önemli ilkelerinden birer birer vazgeçerek taviz verirken, diğerleri gerçeğe sıkı sıkıya sarıldı. Karanlık ve sapkınlık çağları boyunca, Roma’nın üstünlüğünü reddeden, tasvirlere tapınmayı putçuluk olarak görüp reddeden ve gerçek Şabat’ı tutan Valdensler oldu. En sert baskı fırtınalarında dahi imanlarını korudular. Savoy mızrağıyla yaralanmalarına ve Roma’nın kazıklarında yakılmalarına rağmen, Allah’ın sözü ve şerefi için kararlılıkla ayakta durdular. BM18 71.2
Valdensler, her çağda zulüm ve baskı görenlerin sığınağı olan dağların yüksek ve sarp kayalıklarında bir barınak buldular. Burada, Ortaçağın karanlığı boyunca gerçeğin ışığı yanmaya devam etti. Gerçeğin tanıkları burada bin yıl boyunca kadim imanı korudular. BM18 72.1
Allah halkına, kendilerine emanet edilen yüce gerçeklere yakışır, müthiş görkeme sahip bir korunak vermişti. Bu sadık sürgünler için dağlar, Yehova’nın değişmez doğruluğunun bir simgesiydi. Çocuklarına değişmez yücelik içinde gökyüzüne uzanan dağları göstererek, sözü ebedî tepeler 3gibi kalıcı olan ve kendisinde değişkenlik ya da döneklik gölgesi olmayan4 Kişi’yi anlattılar. Allah dağları yerlerine sabitlemiş ve onları güçle kuşatmıştı; Sonsuz Kudret’in elinden başka hiçbir el onları yerinden oynatamazdı. Aynı şekilde, gökteki ve yerdeki yönetiminin temeli olan yasasını da sağlam bir şekilde tesis etmişti. İnsanın kolu insan kardeşlerine uzanıp onların hayatlarını mahvedebilir; fakat o kol Yehova’nın yasasından tek bir ilkeyi bile değiştirebilecek, ya da O’nun kendi isteğini yerine getirenlere verdiği vaatlerden bir tanesini silebilecek olsa, dağları temellerinden söküp denize de fırlatabilirdi. Allah’ın hizmetkârları, O’nun yasasına sadakatlerinde değişmez dağlar kadar kararlı olmalıdırlar. BM18 72.2
Aşağı vadileri kuşatan dağlar, Allah’ın yaratıcı gücüne sürekli bir tanıktır ve O’nun koruyucu gözetiminin yanılmaz bir güvencesidir. Bu göçmenler Yehova’nın varlığının sessiz simgelerini sevmeyi öğrendiler. Kısmetlerine düşen zorluklardan ötürü yakınmıyorlardı; dağların ıssızlığında hiçbir zaman yalnız değildiler. Kendilerine insanların gazabından ve zalimliklerinden korunacakları bir sığınak veren Allah’a şükrettiler. O’nun önünde ibadet etme özgürlüğüne sahip oldukları için sevinç duyuyorlardı. Çoğunlukla, düşmanları onları izlediğinde, dağların tahkimatı, tam bir savunma sağlıyordu. Pek çok yüksek uçurumda Allah’a övgü ezgileri söylediler, Roma orduları onların şükür ilahilerini susturamadı. BM18 72.3
Mesih’in bu izleyicilerinin dindarlığı pak, sade ve coşkundu. Gerçeğin ilkelerini evlere ve toprağa, dostlara, akrabalara, hatta yaşamın kendisine tercih ettiler. Bu ilkeleri gençlerin kalplerine işlemek için samimiyetle çalıştılar. Gençlere çocukluklarından itibaren Kutsal Yazılar öğretiliyor, Allah’ın yasasının gereklerini kutsal tutmaları öğütleniyordu. Kutsal Kitap’ın pek fazla nüshası yoktu; bu nedenle onun değerli sözleri hafızaya nakşediliyordu. Pek çoğu, hem Eski Ahit’in, hem de Yeni Ahit’in uzun bölümlerini ezbere okuyabiliyordu. Allah’a ilişkin düşünceler hem doğanın muhteşem manzaralarıyla, hem de günlük hayatın mütevazı bereketleriyle ilişkilendiriliyordu. Küçük çocuklar, her iyiliği ve her desteği veren Allah’a minnettarlıkla bakmayı öğreniyorlardı. BM18 73.1
Annebabalar, ne kadar müşfik ve sevecen olsalar da, çocuklarını zevk düşkünlüğüne alıştırmayacak kadar çok seviyorlardı. Önlerinde denemelerle ve zorluklarla dolu bir hayat, hatta belki de şehit olarak ölüm vardı. Çocukluklarından başlayarak zorluklara göğüs germeleri, yönetime itaat etmeleri, fakat buna rağmen kendileri adına düşünmeleri ve hareket etmeleri yönünde eğitildiler. Onlara çok erken yaşlarda sorumluluk alma, sözlerine dikkat etme ve sessizliğin bilgeliğini anlama öğretildi. Düşmanlarının duyabileceği yerde söylenen tek bir ihtiyatsız söz, sadece bu sözü söyleyenin değil, yüzlerce kardeşinin de yaşamını tehlikeye atabilirdi; zira kurtların av peşinde koştuğu gibi, gerçeğin düşmanları da dinsel inanç özgürlüğü istemeye cüret edenleri izliyorlardı. BM18 73.2
Valdensler gerçek uğruna dünyasal zenginliklerini feda etmişlerdi, azimle ve sabırla ekmeklerini kazanmak için emek sarf ediyorlardı. Dağlardaki işlenebilir toprak parçaları en küçük noktasına kadar özenle ıslah ediliyor; vadilerden ve az verimli yamaçlardan mümkün olduğunca ürün alınıyordu. Çocukların tek mirasları olarak aldıkları eğitimin önemli bir kısmını tasarruf ve ciddi özveri oluşturuyordu. Onlara, Allah’ın hayatı bir disiplin olarak tasarladığı ve ihtiyaçlarının ancak kişisel çalışma, önsezi, özen ve iman ile karşılanabileceği öğretiliyordu. Bu süreç zahmetli ve yorucu, ancak sağlıklıydı, insanın düşkünlüğü içerisinde tam ihtiyacı olan şey, Allah’ın onun eğitimi ve gelişimi için temin ettiği okuldu. Gençler zahmetli çalışmaya ve zorluklara alıştırılsalar da, zihin gelişimi ihmal edilmiyordu. Onlara tüm yeteneklerinin Allah’a ait olduğu ve bunların hepsinin O’nun hizmetinde kullanılmak üzere geliştirilmesi gerektiği öğretildi. BM18 74.1
Valdens kiliseleri, paklıkları ve sadelikleriyle elçilerin zamanındaki kiliseleri hatırlatıyorlardı. Papanın ve piskoposun üstünlüğünü reddederek, Kutsal Kitap’ı tek mutlak ve yanılmaz yetki kaynağı sayıyorlardı. Pastörleri, Roma’nın kibirli rahiplerinin aksine, “hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye” gelen5 Efendileri’ni örnek alıyorlardı. Allah’ın sürüsünü güdüyor, onları O’nun kutsal sözünün yemyeşil çayırlarına ve diri su pınarlarına götürüyorlardı. İnsanî gösterişin ve gururun eseri olan anıtlardan çok uzak olan topluluk, Mesih’in hizmetkârlarından hakikat sözlerini dinlemek için muhteşem kilise binalarında ya da muazzam katedrallerde değil, dağların gölgelerinde, Alp vadilerinde, ya da tehlike zamanlarında kayalıkların korunaklı yerlerinde bir araya geliyordu. Pastörler müjdeyi duyurmakla kalmıyor, aynı zamanda hastaları ziyaret ediyor, çocuklara din öğretiyor, hatalı davrananlara öğüt veriyor, ayrıca anlaşmazlıkları çözmek ve uyumu ve kardeşlik sevgisini geliştirmek için gayret gösteriyorlardı. Barış zamanların da topluluğun gönüllü sunularıyla geçiniyorlardı; fakat tıpkı çadırcı Pavlus gibi, her biri gerekirse kendi geçimini sağlamak için çalışabileceği bir ticaret ya da meslek öğreniyordu. BM18 74.2
Gençler pastörlerinden eğitim alıyorlardı. Genel öğrenimin dallarına ağırlık verilse de, başlıca eğitim konusu Kutsal Kitap’tı. Matta’nın ve Yuhanna’nın müjdeleriyle birlikte, Mektuplar’ın6 çoğu hafızaya nakşediliyordu. Ayrıca Kutsal Yazılar’ı da kopyalıyorlardı. Bazı elyazmaları Kutsal Kitap’ın tamamını içeriyordu, bazılarında ise yalnızca özet seçmeler ile Kutsal Yazılar’ı yorumlayabilecek kişilerin eklediği basit şerhler yer alıyordu. Böylece, kendilerini yücelterek Allah’ın üzerine çıkmaya çalışanların uzun zamandan beri gizlediği gerçeğin hazineleri ortaya konuluyordu. BM18 75.1
Sabırlı ve yorulmak nedir bilmeyen bir çalışmayla, kimi zaman yeryüzünün derin ve karanlık mağaralarında, meşalelerin ışığıyla, Kutsal Yazılar ayet ayet, bölüm bölüm yazılarak çoğaltıldı. Böylece çalışma ilerledi, Allah’ın açığa çıkan isteği altın gibi parladı; uğruna katlanılan denemeler nedeniyle ne kadar daha parlak, daha net ve daha güçlü olduğunu ancak bu işte yer alanlar bilebilirdi. Göğün melekleri bu sadık işçileri kuşattılar. BM18 75.2
Şeytan, hakikat sözünü yanılgı, sapkınlık ve batıl inanç çöplüğünün altına gömmek için papalık rahiplerini ve piskoposlarını yönlendirdi; ancak söz harika bir şekilde, tüm karanlık çağları boyunca hiç bozulmadan kaldı. İnsanın mührünü değil, Allah’ın nişanını taşıyordu. İnsanlar Kutsal Yazılar’ın açık ve sade anlamını karartmak ve kendi içlerindeki tanıklıklarıyla çelişkili hale getirmek için ellerinden geleni artlarına koymadılar; fakat Allah’ın sözü, tıpkı dalgalı derinliklerin üzerinde giden Nuh’un gemisi gibi, kendisini ortadan kaldırmak için üzerine gelen fırtınaları da alt etti. Madenlerin yüzeyinin altında nasıl zengin altın ve gümüş damarları varsa ve değerli kaynaklarını ortaya çıkarmak isteyen herkesin bunları kazması gerekiyorsa, Kutsal Yazılar da aynı şekilde yalnızca samimiyetle, tevazuyla ve duayla arayanlara gösterilen gerçeğin hazinelerini gizlemektedir. Allah Kutsal Kitap’ı insanlar için çocuklukta, gençlikte ve yetişkinlikte, sürekli olarak çalışılması gereken bir ders kitabı olacak şekilde tasarlamıştır. O, sözünü insanlara kendisini açıklayan bir vahiy olarak vermiştir. Farkına varılan her yeni gerçek, Yazarı’nın karakterinin yeni bir açıklamasıdır. Kutsal Yazılar’ın çalışılması, insanların Yaratıcıları’yla daha yakın bağlantı kurmalarını sağlamak ve O’nun isteğini onlara daha açık bir şekilde iletmek için ilahî takdirle verilen araçtır. Allah ile insanlar arasındaki iletişim aracıdır. BM18 75.3
Valdensler Rab korkusunun bilginin temeli 7olduğunu biliyorlardı, ancak dünyayla iletişim kurmanın, insanlara ve faal hayata dair bilginin zihnin açılmasında ve algıların keskinleştirilmesindeki önemini fark edemeyecek kadar kör değildiler. Gençlerden bazıları dağlardaki okullarından Fransa veya İtalya’daki öğrenim kurumlarına gönderildiler, buralarda Alplerdeki anayurtlarına göre daha büyük bir çalışma, düşünce ve gözlem alanı vardı. Bu şekilde gönderilen gençler ayartıya maruz kaldılar, ahlaksızlığa tanık oldular, kendilerini en sinsi sapkınlıklara ve en tehlikeli aldatmacalara sevk etmeye çalışan Şeytan’ın kurnaz aracılarıyla karşılaştılar. Ancak çocukluklarından beri aldıkları eğitim onları tüm bunlara hazırlayacak nitelikteydi. BM18 76.1
Gittikleri okullarda sırlarını hiç kimseye açmamaları gerekiyordu. Giysileri en büyük hazinelerini Kutsal Yazılar’ın değerli elyazmalarınıgizleyecek şekilde dikilmişti. Aylarca ve yıllarca verilen zahmetli emeğin bu meyvelerini yanlarında taşıyorlar ve şüphe uyandırmadan yapabilecekleri zaman, bir bölümünü kalbi gerçeği almaya açık gibi görünen kimselerin yoluna dikkatle koyuyorlardı. Valdens gençleri annelerinin kucaklarından itibaren bu hedef gözetilerek eğitilmişlerdi; işlerini anlıyor ve sadakatle yerine getiriyorlardı. Bu öğrenim kurumlarında gerçek imana birçok mühtedi kazanıldı; çoğu zaman ilkelerinin tüm okula etki ettiği görülüyordu; papalık önderleri ise, ne kadar sıkı araştırsalar da, bu sözde yozlaştırıcı sapkınlığın kaynağını bir türlü bulamıyorlardı. BM18 76.2
Mesih’in ruhu müjdeci bir ruhtur. Yenilenen kalbin ilk güdüsü başkalarını da Kurtarıcı’ya getirmek olur. Valdens Hristiyanlar da bu ruha sahipti. Allah’ın onlardan kiliselerinde gerçeği kendi paklığında korumaktan daha fazlasını talep ettiğini hissettiler; onlardaki ışığın karanlıkta kalanların da üzerine parlaması için kendilerine ciddi bir sorumluluk düşüyordu; Allah sözünün yüce kudretiyle Roma’nın getirdiği tutsaklığı kırmaya çalıştılar. Valdens din görevlileri müjdeciler olarak eğitiliyorlardı, din görevine başlamak isteyen herkesin öncelikle müjdeci olarak deneyim kazanması gerekiyordu. Her birinin, memleketindeki kilisenin başına geçmeden önce, bir hizmet alanında üç yıl hizmette bulunması gerekiyordu. Başlangıçtan itibaren özveri ve fedakârlık gerektiren bu hizmet, insanların canlarının denendiği zamanlarda çalışacak pastörün yaşamına uygun bir giriş oluyordu. Kutsal göreve atanan gençler, önlerinde dünyasal zenginlik ve şerefle dolu bir gelecek değil, zahmetli çalışma ve tehlikeyle dolu bir hayat, hatta şehit olarak ölümü görüyorlardı. Müjdeciler, İsa’nın öğrencilerini gönderdiği gibi ikişer ikişer göreve gidiyorlardı. Her genç adamın yanında çoğunlukla yaşlı ve deneyimli biri bulunuyor, genç, kendisinin eğitiminden sorumlu olan ve talimatlarına kulak vermesinin gerekli olduğu yoldaşının rehberliği altında hareket ediyordu. Bu çalışma arkadaşları her zaman birlikte değillerdi, ancak sık sık dua etmek ve fikir danışmak için buluşuyor, böylece birbirlerini imanda güçlendiriyorlardı. BM18 77.1
Görevlerinin amacını açığa çıkarmaları başarısız olmasına neden olacaktı; bu nedenle gerçek karakterlerini dikkatle gizlediler. Her din görevlisinin bir ticaret ya da mesleğe ilişkin bilgisi vardı, müjdeciler çalışmalarını dünyevi bir mesleğin örtüsü altında yürütüyorlardı. Çoğunlukla tacir veya seyyar satıcı görünümünü seçiyorlardı. “Yanlarında ipekliler, mücevherler ve o zamanlar uzak çarşılar haricinde bulunamayacak olan çeşitli ticari mallar taşıyorlar; müjdeci olarak kabul göremeyecekleri yerlere tacir olarak iyi karşılanarak giriyorlardı.”—Wylie, 1. kitap, 7. bölüm. Tüm bu zamanda, altından ve mücevherlerden daha değerli olan bir hazine sunmak için bilgelik isteyerek, kalplerini Allah’a yükseltiyorlardı. Üzerlerinde Kutsal Kitap’ın tamamını ya da bölümlerini içeren nüshalar gizliyorlar; fırsat çıktığında müşterilerinin dikkatini bu elyazmalarına çekiyorlardı. Bu şekilde çoğunlukla Allah’ın sözünü okuma isteği uyandırılıyor, almak isteyenlere bir bölüm memnuniyetle bırakılıyordu. BM18 77.2
Bu müjdecilerin çalışması kendi dağlarının eteklerindeki düzlüklerde ve vadilerde başladı, fakat bu sınırların çok ilerisine ulaştı. Çıplak ayakla ve Efendileri’ninki gibi kaba ve seyahat etmekten kirlenmiş giysilerle, büyük kentlerin içinden geçtiler ve uzak diyarlara kadar nüfuz ettiler. Değerli tohumlarını her yere saçıyorlardı. Yolları üzerinde kiliseler filizlendi, şehitlerin kanı gerçeğe tanıklık etti. Allah’ın gününde, bu sadık adamların verdiği emeklerle toplanan büyük bir canlar hasadı ortaya çıkacaktır. Allah’ın sözü gizlice ve sessizce Hristiyan aleminde yol alıyor, insanların evlerinde ve kalplerinde memnuniyetle karşılanıyordu. BM18 78.1
Kutsal Yazılar Valdensler için yalnızca Allah’ın geçmişte insanlarla nasıl ilgilendiğinin bir kaydını ve bugünün sorumluluklarının ve görevlerinin bildirimini değil, aynı zamanda geleceğe ilişkin tehlikelerin ve görkemli sahnelerin açılımını da içeriyordu. Her şeyin sonunun yaklaşmakta olduğuna inanıyorlardı ve Kutsal Kitap’ı dua ve gözyaşları ile çalışırken değerli sözlerinden ve üzerlerine düşen başkalarına da onun kurtarıcı gerçeklerini bildirme görevinden derinden etkileniyorlardı. Kurtuluş planının kutsal sayfalarda açıkça bildirildiğini gördüler ve İsa’ya imanda teselli, umut ve huzur buldular. Işık onların anlayışlarını aydınlatıp kalplerini hoşnut ettikçe, onun pırıltısını papalık yanılgısının karanlığındaki insanlara da yansıtmaya can atıyorlardı. BM18 78.2
Büyük kalabalıkların, papanın ve rahiplerin yönlendirişi altında, canlarının işlediği günahlar nedeniyle bağışlanmak için bedenlerine eziyet çektirerek boş yere uğraştıklarını gördüler. Kendilerini kurtarması için iyi işlerine güvenmeleri öğretilen bu insanlar, her zaman kendi güçlerine bel bağlıyor, zihinleri günahlı durumlarını tartıyor, Allah’ın gazabına maruz kalacaklarını görüyor, canlarına ve bedenlerine acı çektiriyor, ancak bir türlü rahat bulamıyorlardı. Böylece vicdanlı canlar Roma’nın öğretileriyle bağlanıyorlardı. Binlercesi ailelerini ve dostlarını terk ederek, hayatlarını manastır hücrelerinde geçiriyordu. Defalarca tekrarlanan oruçlar ve acımasız kendini kırbaçlamalar, gece yarısına kadar süren dua nöbetleri, kasvetli meskenlerinin soğuk ve nemli taşlarında saatler süren secdeler, uzun hac yolculukları, kendi kendine aşağılayıcı ceza vermeler ve korkunç işkencelerle, binlerce kişi vicdan huzuru bulabilmek için boş yere uğraşıyordu. Günah duygusuyla bastırılan ve Allah’ın intikam alıcı gazabıyla korkutulan bu insanlar, bitip tükenen bünyeleri iflas edip, tek bir umut ışığı dahi göremeden mezara ininceye dek acı çekiyorlardı. BM18 79.1
Valdensler açlık çeken bu canlarla yaşam ekmeğini paylaşmak, onlara Allah’ın vaatlerindeki esenlik bildirilerini açmak ve tek kurtuluş umutları olarak Mesih’i göstermek için can atıyorlardı. İyi işlerin Allah’ın yasasının çiğnenmesine karşılık kefaret olabileceği öğretisini yalan üzerine kurulu olarak görüyorlardı. İnsanî erdeme bel bağlamak, Mesih’in sonsuz sevgisinin görülmesine engel olur. İsa insanlar için kurban olarak öldü, çünkü düşkün insan soyunun kendilerini Allah’a beğendirebilmek için yapabileceği hiçbir şey yoktur. Çarmıha gerilen ve dirilen Kurtarıcı’nın erdemleri, Hristiyan inancının temelini oluşturur. Canın Mesih’e bağlılığı bu kadar gerçektir ve O’nunla olan bağlantısı bir organın bedene, ya da bir dalın asmaya bağlantısı kadar yakın olmalıdır. BM18 79.2
Papaların ve rahiplerin öğretileri insanların Allah’ın, hatta Mesih’in karakterini sert, kasvetli ve ters olarak tanımalarına neden olmuştu. Kurtarıcı, insanın düşkün durumuna o kadar duygudaşlıktan uzak bir şekilde tasvir edilmişti ki, rahiplerin ve azizlerin aracılığına başvurulmalıydı. Zihinleri Allah’ın sözüyle aydınlanmış olanlar, bu canlara İsa’yı müşfik ve sevgi dolu Kurtarıcıları olarak, kollarını açarak herkesi günah yükleri, kaygıları ve yorgunluklarıyla birlikte kendisine gelmeye davet eder bir şekilde göstermeyi arzuluyorlardı. Şeytan’ın, insanların vaatleri görememeleri ve Allah’a doğrudan gelerek günahlarını itiraf edip bağışlanmaya ve huzura kavuşamamaları için yola yığdığı engelleri ortadan kaldırmaya can atıyorlardı. BM18 79.3
Valdens müjdeci, sorgulayan zihinlere müjdenin değerli gerçeklerini hevesle açıyordu. Kutsal Yazılar’ın özenle yazılmış bölümlerini ihtiyatla ortaya çıkarıyordu. Yalnızca adaleti infaz etmeyi bekleyen bir intikam Tanrısı görebilen vicdanlı ve günahtan muzdarip canlara umut vermek en büyük zevkiydi. Titreyen dudakları ve yaşlı gözleriyle, çoğunlukla dizleri üzerinde, kardeşlerine günahkârın tek umudunu ortaya koyan değerli vaatleri anlattı. Böylece gerçeğin ışığı, pek çok karartılmış zihnin ortasından delip geçerek, Doğruluk Güneşi iyileştirici ışınlarıyla kalpte parlayıncaya dek, kasvet bulutlarını dağıttı. Çoğunlukla Kutsal Yazı bölümü tekrar tekrar okunuyordu, çünkü dinleyici, duyduğu şeylerin doğruluğundan emin olmak istercesine bunları tekrar dinlemeyi arzuluyordu. Özellikle şu sözlerin tekrarı hevesle isteniyordu: “Oğlu İsa’nın kanı bizi her günahtan arındırır” (1. Yuhanna 1:7). “Musa çölde yılanı nasıl yukarı kaldırdıysa, İnsanoğlu’nun da öylece yukarı kaldırılması gerekir. Öyle ki, O’na iman eden herkes sonsuz yaşama kavuşsun.” (Yuhanna 3:14, 15). BM18 80.1
Pek çok kişinin Roma’nın iddialarıyla ilgili olarak gözü açıldı. Günahkâr adına insanların ya da meleklerin aracılık etmesinin ne kadar boş olduğunu gördüler. Gerçek ışık zihinlerine doğmaya başladığında sevinçle haykırdılar: “Mesih benim rahibimdir; O’nun kanı kurbanımdır; O’nun sunağı benim günahlarımı itiraf yerimdir.” Tamamen İsa’nın erdemlerine bel bağlayarak, şu sözleri tekrarladılar: “İman olmadan Tanrı’yı hoşnut etmek olanaksızdır” (İbraniler 11:6). “Bu göğün altında insanlara bağışlanmış, bizi kurtarabilecek başka hiçbir ad yoktur” (Elçilerin İşleri 4:12). BM18 80.2
Kutarıcı’nın sevgisine dair güvence, bu fırtınayla savrulan canların bazılarına fark edemeyecekleri kadar fazla geldi. Getirdiği rahatlama o kadar büyük, üzerlerine yansıyan ışık o kadar yoğundu ki, sanki göğe götürülür gibiydiler. Ellerini inançla Mesih’in ellerine veriyorlardı; ayakları Çağların Kayası’na sağlam şekilde temel atıyordu. Tüm ölüm korkusu ortadan kalktı. Artık, Kurtarıcıları’nın adını yüceltecekse, hapsi ve yakma kazığını arzulayabilirlerdi. BM18 81.1
Böylece Allah’ın sözü gizli yerlerde açıldı ve ışığa ve gerçeğe özlem duyanlardan bazen tek bir cana, bazen de küçük bir topluluğa okundu. Çoğunlukla bütün gece böyle geçiriliyordu. Dinleyicilerin hayreti ve hayranlığı o kadar büyük oluyordu ki, merhamet habercisi çoğu zaman okumasını keserek onların, kurtuluş haberini kavramalarını beklemek zorunda kalıyordu. Sık sık şu sözler dile getiriliyordu: “Allah benim mi sunumu kabul edecek? Benim mi yüzüme gülecek? Beni mi bağışlayacak?” Yanıtı okunuyordu: “Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm” (Matta 11:28). BM18 81.2
Vaatler imanla kavrandı ve verilen mutlu karşılık duyuldu: “Artık uzun hac yolculukları yok; kutsal mabetlere zahmetli seyahatler yok. İsa’ya olduğum gibi, günahkâr ve kutsallıktan uzak bir şekilde gelebilirim, O benim pişmanlık duama burun kıvırmaz. ‘Günahların bağışlandı.’ 8 Benimkiler, benimkiler bile bağışlanabilir!” BM18 81.3
Kalbi kutsal bir sevinç dalgası doldurur ve İsa’nın adı şükran ve övgülerle yüceltilirdi. Bu mutlu canlar evlerine dönerek ışık saçtılar ve kendi deneyimlerini, gerçek ve yaşayan Yol’u bulduklarını, ellerinden geldiğince başkalarıyla paylaştılar. Kutsal Yazı’nın sözlerinde, doğrudan gerçeği özleyenlerin kalplerine konuşan daha önce hiç görülmemiş ve kutsal bir güç vardı. Bu Allah’ın sesiydi ve işitenler için ikna edici oluyordu. BM18 81.4
Gerçeğin habercisi yoluna gitti; ancak alçakgönüllü duruşu, içtenliği, samimiyeti ve derin coşkunluğu, sık sık hatırlanan şeyler oldu. Pek çok durumda dinleyicileri ona nereden gelip nereye gittiğini sormamışlardı. Baştan şaşkınlıkla, sonradan da minnettarlık ve sevinçle öylesine dolmuşlardı ki, onu sorgulamak akıllarına bile gelmemişti. Onu evlerine götürmek istediklerinde, o sürünün kayıp koyunlarını ziyaret etmesi gerektiğini bildirdi. ‘Acaba gökten gelmiş bir melek olabilir mi?’ diye düşündüler. BM18 82.1
Pek çok yerde gerçeğin habercisi bir daha görülmedi. Ya çoktan uzak diyarlara yol almıştı, ya da bilinmeyen bir zindanda ömür tüketiyordu, belki de gerçeğe tanıklık ettiği yerde ölüp gitmişti. Fakat ardında bıraktığı sözler yok edilemiyordu. İnsanların kalplerinde işlerini yerine getiriyorlardı; bereketli sonuçları ancak yargı gününde tamamen ortaya çıkacaktır. BM18 82.2
Valdens müjdeciler Şeytan’ın krallığını işgal ediyor, karanlığın güçleri daha büyük bir teyakkuza geçiyordu. Gerçeği ilerletmek için gösterilen her çaba kötülüğün efendisi tarafından izleniyor, o da kendi aracılarının korkularını uyandırıyordu. Papalık önderleri, bu alçakgönüllü gezginlerin çalışmalarının kendi davalarına getireceği tehlikeyi sezdiler. Gerçeğin ışığı engellenmeden parlamaya devam ederse, insanları kuşatan yoğun yanılgı bulutlarını dağıtabilirdi. İnsanların zihinlerini yalnızca Allah’a yönlendirecek ve sonunda Roma’nın üstünlüğünü ortadan kaldıracaktı. BM18 82.3
Kadim kilisenin imanını tutan bu insanların varlığı bile Roma’nın sapkınlığına sürekli bir tanıklıktı, bu nedenle en şiddetli nefreti ve zulmü uyandırıyordu. Ellerindeki Kutsal Yazı nüshalarını Roma’ya geri vermeyi reddetmeleri de Roma’nın hoşgörü gösteremeyeceği bir suçtu. Onları yeryüzünden silmeye karar verdi. Şimdi, dağlardaki evlerde yaşayan Allah halkına karşı en korkunç haçlı seferleri başlamıştı. Yollarına engizisyon memurları çıkarıldı ve suçsuz Habil’in katil Kayin önünde düştüğü sahne defalarca tekrarlandı. 9 BM18 82.4
Tekrar tekrar, verimli toprakları talan edildi, meskenleri ve şapelleri10 yıkıldı, böylece masum ve çalışkan bir topluluğun bir zamanlar bereket fışkıran tarlaları ve evlerinden geriye yalnızca çöl kaldı. Yırtıcı canavarların kanın tadını alınca daha da azgınlaşmaları gibi, papa yanlılarının öfkesi de kurbanlarının çektiği acılarla daha da şiddetlendi. Saf imanın bu tanıklarının pek çoğu dağlarda kovalanıyor ve gizlendikleri vadilerde avlanıyor, muazzam ormanlarda ve dağ zirvelerinde kapana kıstırılıyorlardı. BM18 83.1
Medeni hakları ellerinden alınan bu insanların ahlaki karakterlerine karşı hiçbir suçlama getirilemiyordu. Düşmanları dahi onların barışsever, sakin ve dindar insanlar olduklarını kabul ediyordu. En büyük suçları, Allah’a papanın istediği şekilde ibadet etmiyor oluşlarıydı. Bu suç yüzünden insanların veya iblislerin aklına gelebilecek her türlü aşağılamaya, hakarete ve işkenceye maruz kaldılar. BM18 83.2
Roma bir noktada nefret edilen mezhebi yok etmeye karar verdiğinde, papa onları sapkınlar olarak suçlayan ve katledilmelerini emreden bir ferman çıkardı. (Ek’e bakınız.) Bu kişiler boşta gezen, sahtekâr ve kanunsuzlar olarak suçlanmadılar; fakat “gerçek ağılın koyunlarını” baştan çıkaran bir dindarlık ve kutsallık görünümünde oldukları ilan edildi. Bu nedenle papa, “o habis ve iğrenç uğursuzlar mezhebinin” “dinlerinden dönmemeleri halinde, zehirli yılanlar gibi ezilmelerini” buyurdu.—Wylie, 16. kitap, 1. bölüm. Bu kibirli hükümdar bu sözlerle tekrar karşılaşmayı umuyor muydu? Bunların gökteki kitaplara yazılarak, yargı gününde karşısına çıkarılacağını biliyor muydu? İsa, “Bu en basit kardeşlerimden biri için yaptığınızı, benim için yapmış oldunuz” demişti (Matta 25:40). BM18 83.3
Bu ferman, tüm kilise üyelerini sapkınlara karşı düzenlenen haçlı seferlerine katılmaya çağırıyordu. Bu zalim işe katılmak için bir teşvik olarak, “kilisenin verdiği genel ve özel tüm kefaret çilelerinden ve cezalardan ibra ediyor; haçlı seferlerine katılanları ettikleri tüm yeminlerden özgür kılıyor; yasa dışı olarak ele geçirmiş olabilecekleri tüm malvarlıklarındaki haklarını meşru hale getiriyor; ve sapkınları öldürmeleri halinde tüm günahlarından bağışlanma vaat ediyordu. Valdenslerin lehine yapılmış tüm antlaşmaları hükümsüz kılıyor, hizmetçilerinin onları terk etmesini emrediyor, onlara her türlü yardımda bulunmayı herkes için yasaklıyor ve herkese onların malvarlıklarına el koyma yetkisini veriyordu.”—Wylie, 16. kitap, 1. bölüm. Bu belge bu sahnelerin ardında hangi efendinin ruhu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Burada duyulan Mesih’in sesi değil, ejderhanın gürlemesiydi. BM18 83.4
Papalık önderleri kendi karakterlerini Allah’ın yasasının harika standardına uydurmadılar, aksine kendilerine uygun bir standart meydana getirerek, herkesi sırf Roma öyle istiyor diye bu standarda uymaya zorlamayı kararlaştırdılar. En korkunç facialar meydana geldi. Yozlaşmış ve küfür içindeki rahipler ve papalar, Şeytan’ın kendilerine verdiği görevi yerine getiriyorlardı. Doğalarında merhamete yer yoktu. Mesih’i çarmıha geren ve elçileri katleden, kana susamış Nero’yu kendi zamanındaki sadıklara karşı harekete geçiren ruh, Allah’ın sevgililerini yeryüzünden temizlemek üzere işbaşındaydı. BM18 84.1
Bu Allah’tan korkan toplum, uğradığı zulümlere Kurtarıcıları’nı yücelten bir sabır ve sebatkârlıkla göğüs gerdi. Kendilerine karşı düzenlenen haçlı seferlerine ve acımasız katliama rağmen, değerli gerçeği yaymak için müjdecilerini göndermeye devam ettiler. Avlanarak öldürüldüler; ancak kanları ekilen tohumları suladı ve meyve vermekten geri kalmadı. İşte Valdensler, Luther’in doğumundan yüzyıllarca önce Allah’a böyle tanıklık ettiler. Pek çok ülkeye yayılarak, Wycliffe’in zamanında başlayan ve Luther’in döneminde yaygınlaşarak derinleşen ve “Tanrı’nın sözü ve İsa’ya tanıklık uğruna” her şeylerini feda etmeye gönüllü olanlar tarafından zamanın sonuna kadar devam ettirilecek olan Reform’un tohumlarını attılar (Vahiy 1:9). BM18 84.2