Büyük Mücadele

18/45

15.—KUTSAL KİTAP VE FRANSIZ DEVRİMİ

On altıncı yüzyılda, insanlara açık bir Kutsal Kitap sunan Reform, Avrupa’nın tüm ülkelerine girmeye çalışmıştı. Bazı uluslar onu Gökten gelen bir haberci gibi, memnuniyetle karşıladılar. Diğer ülkelerde papalık reformun girişini engellemeyi büyük ölçüde başardı; böylece Kutsal Kitap bilgisi, yüceltici etkileriyle birlikte, neredeyse tamamen dışlandı. Bir ülkede, ışık giriş yolu bulmasına rağmen, karanlık onu anlayamadı. Yüzyıllar boyunca, gerçek ve yanılgı üstün gelmek için çekiştiler. Sonunda kötülük zafer kazandı ve Gök’ün gerçeği dışarı atıldı. “Yargı da şudur: Dünyaya ışık geldi, ama insanlar ışık yerine karanlığı sevdiler” (Yuhanna 3:19). Ulus, seçmiş olduğu yolun ürünlerini biçmeye terk edildi. Allah’ın Ruhu’nun kısıtlaması, O’nun lütuf armağanını hor gören halkın üzerinden kaldırıldı. Kötülüğün olgunlaşmasına izin verildi. Ve tüm dünya, ışığı bilerek reddetmenin sonuçlarını gördü. BM18 285.1

Fransa’da Kutsal Kitap’a karşı yüzyıllardır sürdürülen savaş, Devrim’in manzaralarıyla sonuçlandı. Bu korkunç isyan, Roma’nın Kutsal Yazılar’ı bastırmasının doğal sonucundan başka bir şey değildi. (Ek’e bakınız.) Dünyanın papalık politikasının uygulanışına dair tanık olduğu en çarpıcı örneği sunuyordu - Roma Kilisesi’nin öğretisinin bin yıldan uzun bir süredir yöneltmekte olduğu sonuçların bir örneğiydi. BM18 285.2

Papalığın hüküm sürdüğü dönem boyunca Kutsal Yazılar’ın bastırılacağını peygamberler önceden bildirmişti; Vahiy yazarı1 da “yasa tanımaz adam”ın2 egemenliği dolayısıyla ortaya çıkacak ve bilhassa Fransa’yı etkileyecek olan sonuçlara işaret etmişti. BM18 286.1

Rabb’in meleği şöyle dedi: ” ‘Kutsal şehri kırk iki ay ayak altında çiğneyecekler. Ve iki tanığıma güç vereceğim ve çul giysilerle giyinmiş olarak bin iki yüz altmış gün peygamberlik edecekler.’ ... Ve kendi tanıklıklarını bitirdikleri zaman, dipsiz derinlikten çıkan canavar onlarla savaşacak ve onları yenecek ve onları öldürecek. Ve onların cesetleri, ruhsal olarak Sodom ve Mısır diye adlandırılan büyük şehrin caddesi üzerinde olacak; onların Rabbi de orada çarmıha gerilmişti... Ve yeryüzünde oturanlar onlar üzerine sevinecek ve şenlik yapacaklar ve birbirlerine armağanlar gönderecekler; çünkü bu iki peygamber yeryüzünde oturanlara işkence etmişlerdi. Ve üç buçuk günden sonra, Allah’tan onların içine hayat ruhu girdi ve ayakları üzerinde durdular; ve onları görenlerin üzerine büyük korku düştü” (Vahiy 11:211 [Kİ]). BM18 286.2

Burada bildirilen iki süre “kırk iki ay” ve “bin iki yüz altmış gün”aynıdır, Mesih’in kilisesinin Roma baskısı altında sıkıntı çekeceği süreyi simgeler. Papalığın 1260 yıl süren egemenliği M.S. 538 yılında başladı, dolayısıyla 1798’de sona erecekti. (Ek’te sayfa 53’e dair nota bakınız.) O zaman bir Fransız ordusu Roma’ya girerek papayı tutsak aldı, papa sürgünde öldü. Çok geçmeden yeni bir papa seçilmesine rağmen, papalık hiyerarşisi o günden beri önceden sahip olduğu gücünü asla toparlayamamıştır. BM18 286.3

Kiliseye yapılan zulüm, 1260 yıllık sürenin tamamında sürmemiştir. Allah, halkına merhamet göstererek çetin denenme sürelerini kısalttı. Kurtarıcı, kilisenin üzerine gelecek olan “büyük sıkıntı”yı önceden bildirirken şunları söyledi: “O günler kısaltılmamış olsaydı, hiç kimse kurtulamazdı. Ama seçilmiş olanlar uğruna o günler kısaltılacak” (Matta 24:22). Reform’un etkisiyle, zulüm 1798’den önce sona erdi. BM18 286.4

Peygamber, iki tanıkla ilgili olarak bildirisine devam ediyor: “Bunlar yeryüzünün Rabbi önünde duran iki zeytin ağacıyla iki kandilliktir.” Mezmurcu şöyle diyor: “Sözün adımlarım için çıra, yolum için ışıktır” (Vahiy 11:4; Mezmur 119:105). İki tanık, Eski ve Yeni Ahit’lerden meydana gelen Kutsal Yazılar’ı simgelemektedir. Her ikisi de Allah’ın yasasının kaynağına ve sürekliliğine ilişkin önemli tanıklıklardır. Ayrıca her ikisi de kurtuluş planının tanıklarıdır. Eski Ahit’teki örnekler, kurbanlar ve peygamberlik sözleri, gelecek olan Kurtarıcı’ya işaret etmektedir. Yeni Ahit’te yer alan Müjdeler ve Mektuplar, tam olarak örnekte ve peygamberlik sözünde önceden bildirildiği şekilde gelmiş olan bir Kurtarıcı’yı anlatırlar. BM18 287.1

“Çul giysilerle giyinmiş olarak bin iki yüz altmış gün peygamberlik edecekler.” Bu dönemin büyük bir kısmında, Allah’ın tanıkları gözlerden uzak kaldılar. Papalık gücü, hakikat sözünü insanlardan saklamaya çalışıyor, önlerine gerçeğin tanıklığına aykırı sözler söyleyen yalancı tanıklar çıkarıyordu. (Ek’e bakınız.) Kutsal Kitap, dinsel ve dünyasal yetkililer tarafından yasaklandığında; tanıklığı saptırıldığında ve insanların zihinlerini ondan uzaklaştırmak amacıyla insanların ve iblislerin aklına gelebilecek her türlü çaba gösterildiğinde; onun kutsal gerçeklerini ilan etme cüreti gösterenler kovalandığında, ele verildiğinde, işkence gördüğünde, zindan hücrelerine kapatıldığında, imanlarından ötürü şehit edildiğinde, ya da dağların kayalıklarına ve yeryüzünün in ve mağaralarına kaçmaya zorlandığında - işte o zaman, sadık tanıklar çuldan giysiler içinde peygamberlik ettiler. Ancak tanıklıklarına 1260 yıllık sürenin tamamında devam ettiler. En karanlık zamanlarda, Allah’ın sözünü seven ve O’nun itibarı için titizlik gösteren inançlı insanlar vardı. Bu sadık hizmetkârlara bilgelik, güç ve bu sürenin tamamı boyunca O’nun hakikatini ilan etme yetkisi verildi. BM18 287.2

“Biri onlara zarar vermeye kalkışırsa, ağızlarından ateş fışkıracak ve düşmanlarını yiyip bitirecek. Onlara zarar vermek isteyen herkesin böyle öldürülmesi gerekir” (Vahiy 11:5). İnsanların Allah’ın sözünü çiğnemeleri cezasız bırakılamaz. Bu korkutucu suçlamanın anlamı, Vahiy kitapçığının son bölümünde ortaya konmaktadır: “Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Her kim bu sözlere bir şey katarsa, Tanrı da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır. Her kim bu peygamberlik kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı da bu kitapta yazılı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı çıkaracaktır” (Vahiy 22:18, 19). BM18 288.1

Bunlar, Allah’ın insanları kendi bildirdiği ya da emrettiği şeylerde her türlü değişiklikten men etmek üzere verdiği uyarılardır. Bu ciddi kınamalar, insanlar üzerindeki etkileri ile onları Allah’ın yasasını hafife almaya sevk eden herkes için geçerlidir. Allah’ın yasasına itaat etmenin veya etmemenin pek fark etmediğini saygısızca bildirenleri korkudan titretmelidirler. Kendi görüşlerini ilahî vahyin üzerine çıkaran herkes, Kutsal Yazı’nın açık anlamını kendi çıkarlarına göre ya da dünyaya uyum sağlamak amacıyla değiştirmek isteyen herkes, üzerlerine korkunç bir sorumluluk almaktadır. Yazılı söz, Allah’ın yasası, tüm insanların karakterini değerlendirecek ve bu yanılgısız testin eksik bulduğu herkesi mahkûm edecektir. BM18 288.2

“Kendi tanıklıklarını bitirdikleri zaman [bitirirlerken].” İki tanığın çul giysilerle giyinmiş olarak peygamberlik edecekleri süre, 1798 yılında sona erdi. Gözlerden uzak çalışmalarının sonuna yaklaşırlarken, “dipsiz derinlikten çıkan canavar” ile simgelenen güç onlara savaş açacaktı. Avrupa’nın pek çok ulusunda, kilisede ve devlette egemen olan güçler yüzyıllardır papalık aracılığıyla Şeytan tarafından kontrol ediliyordu. Ancak burada, şeytanî gücün yeni bir tezahürü gözler önüne serilmektedir. BM18 288.3

Kutsal Kitap’a saygı kisvesi altında onu bilinmeyen bir dilde tutarak insanlardan gizlemek, Roma’nın politikası olmuştu. Onun egemenliği altında, tanıklar “çul giysilerle giyinmiş olarak” peygamberlik ettiler. Fakat başka bir güç, dipsiz derinliklerden gelen canavar, ortaya çıkarak, Allah’ın sözüne açıktan savaş açacaktı. BM18 289.1

Tanıkların caddelerinde öldürüldüğü ve cesetlerinin serildiği “büyük şehir,” “ruhsal olarak” Mısır’dı. Kutsal Kitap tarihinde anlatılan uluslardan, yaşayan Allah’ın varlığını en büyük cüretle inkâr eden ve O’nun emirlerine karşı gelen ulus Mısır’dı. Hiçbir hükümdar, Gök’ün yetkisine karşı Mısır firavununun yaptığı gibi açık ve küstahça bir isyana kalkışmamıştır. Firavun, kendisine Rabb’in adıyla Musa tarafından getirilen mesajı duyduğunda, gururla şu karşılığı vermişti: “Yehova3 kimdir ki, İsraili salıvermek için onun sözünü dinliyeyim? Yehovayı tanımam, ve İsraili de salıvermem” (Mısır’dan Çıkış 5:2 [KM]). Bu tanrıtanımazlıktır, dolayısıyla Mısır ile simgelenen ulus, yaşayan Allah’ın isteklerini benzer şekilde inkâr eden bir ses yükseltecek ve benzer bir inançsızlık ve meydan okuma ruhu sergileyecekti. “Büyük şehir” ayrıca “ruhsal olarak” Sodom’a benzetilmektedir. Sodom’un Allah’ın yasasını çiğneyerek gösterdiği yozlaşma, bilhassa ahlaksızlık olarak sergilenmişti. Bu nedenle bu günah, Kutsal Yazı’nın bu bölümünde belirtilen nitelikleri yerine getirecek olan ulusun belirgin bir özelliği olacaktı. BM18 289.2

Peygamberin sözlerine göre, o zaman, 1798 yılından kısa bir süre önce, şeytanî kaynaklı ve nitelikli bir güç ortaya çıkarak, Kutsal Kitap’a savaş açacaktı. Böylece, Allah’ın iki tanığının şahitliğinin bu şekilde susturulacağı ülkede, Firavun’un tanrıtanımazlığı ile Sodom’un ahlaksızlığı sergilenecekti. BM18 289.3

Bu peygamberlik, Fransa tarihinde tam ve çarpıcı bir şekilde yerine geldi. Devrim sırasında, 1793 yılında “dünya ilk kez, medeniyette doğmuş ve eğitim görmüş ve Avrupa’nın en iyi uluslarından birinin yönetim hakkını ele geçiren bir grup insanın, seslerini birleştirerek insan ruhunun gördüğü en ciddi hakikati inkâr ettiğine ve bir İlah’a inancı ve ibadeti oybirliğiyle terk ettiğine tanık oldu.”—Sir Walter Scott, Life of Napoleon [Napolyon'un Hayatı] , 1. cilt, 17. bölüm. “Fransa, doğru kayıtların elde bulunduğu kadarıyla, ulusça elini evrenin Yaratıcısı’na karşı açık bir isyanla kaldıran dünyadaki tek ulustur. İngiltere’de, Almanya’da, İspanya’da ve diğer yerlerde pek çok kâfir, pek çok imansız bulunmuştur ve hâlâ bulunmaktadır; fakat Fransa dünya tarihinde Yasama Meclisi’nin kararıyla Allah’ın var olmadığını ilan eden ve başkentteki tüm yurttaşları ile diğer yerlerdeki halkının büyük çoğunluğunun, hem kadınların hem erkeklerin, ilanı sevinçle karşılayarak dans edip şarkılar söyledikleri tek devlet olarak göze çarpmaktadır.”—Blackwood’s Magazine [Blackwood Dergisi], Kasım 1870. BM18 289.4

Fransa aynı zamanda Sodom’u bilhassa öne çıkaran özellikleri de sergiliyordu. Devrim sırasında, ovadaki kentlerin üzerine yıkım getiren ahlaki çöküş ve yozlaşmaya benzer bir durum tezahür ediyordu. Tarihçi, Fransa’daki tanrıtanımazlık ve ahlaksızlığı, peygamberlik sözünde belirtildiği gibi bir arada sunuyor: “İnsanların kurabileceği en kutsal ilişki olan ve devamlılığı toplumun sağlamlaşmasına büyük ölçüde katkıda bulunan evlilik birliğini önemsizleştiren, sadece medeni bir sözleşme ya da iki insanın isteklerine göre birleşip ayrılabilecekleri geçici nitelikte bir ilişki haline getiren yasa, dini etkileyen bu yasalarla yakından ilgiliydi. İblisler ev hayatında kutsal, latif ya da kalıcı olan her şeyi en etkin bir şekilde yok etme yöntemi bulmak üzere işe girişmiş olsalar, aynı zamanda yaratma amacında oldukları zararın sürekli bir şekilde bir nesilden diğerine geçeceğinin güvencesini elde etmek isteseler, evliliğin aşağılanmasından daha etkili bir tasarı bulamazlardı... Söylediği esprili sözlerle ünlü bir oyuncu olan Sophie Arnoult, cumhuriyet evliliğini ‘zina töreni’ olarak tanımlamıştır.”—Scott, 1. cilt, 17. bölüm. BM18 290.1

“Onların Rabbi de orada çarmıha gerilmişti.” Peygamberlik sözünün bu niteliği de Fransa tarafından yerine getirildi. Mesih’e karşı düşmanlık ruhu hiçbir ülkede bu kadar çarpıcı bir şekilde sergilenmemişti. Hiçbir ülkede gerçek bu kadar sert ve acımasız bir düşmanlık görmemişti. Fransa, müjdeyi ikrar edenlere zulmederek, Mesih’i öğrencilerinin şahsında çarmıha germiş oldu. BM18 291.1

Yüzyıllar boyunca kutsalların kanı döküldü. Valdensler, “Tanrı’nın sözü ve İsa’ya tanıklık uğruna” 4 Piedmont dağlarında can verirken, hakikate benzer bir tanıklık da kardeşleri olan Fransa’nın Albigensleri tarafından veriliyordu. Reform günlerinde, öğrencileri korkunç işkencelerle öldürülmüşlerdi. Kral ve soylular, asil kadınlar ve nazik genç kızlar, ulusun gurur kaynağı ve kahramanları, İsa’nın şehitlerine bakarak göz ziyafeti çekmişlerdi. İnsan kalbinin en kutsal tuttuğu haklar için mücadele eden cesur Huguenotlar, pek çok çetin savaş alanında kanlarını dökmüşlerdi. Protestanlar kanun kaçağı muamelesi görmüşler, başlarına ödül konulmuş ve vahşi hayvanlar gibi avlanmışlardı. BM18 291.2

“Çöldeki Kilise,” 5kadim Hristiyanların soyundan gelen ve on sekizinci yüzyılda Fransa’da halen varlıklarını sürdüren bir avuç insan, güneydeki dağlarda gizlenerek atalarının imanını aziz tutuyorlardı. Gece vakti dağlarda ya da ıssız fundalıklarda toplanmak üzere yola çıktıklarında süvariler tarafından kovalanıyor ve kadırgalarda ömür boyu köleliğe mahkûm ediliyorlardı. Fransa’nın en pak, en zarif ve en bilgili kişileri, soyguncular ve katillerin arasında zincire vurularak korkunç işkencelere maruz kalıyorlardı. (Bakınız: Wylie, 22. kitap, 6. bölüm.) Kendilerine daha merhametli davranılan diğerleri, silahsız ve çaresiz bir halde, dizlerinin üzerine çökmüş dua ederken acımasızca vurulup öldürülüyorlardı. Toplantı yerlerinde yüzlerce yaşlı adam, savunmasız kadın ve masum çocuk öldürülerek cesetleri yer üstünde bırakıldı. Adetleri üzere toplantı yaptıkları dağlarda ya da ormanda, “dört adımda bir çimlerin üzerine serilmiş ölü bedenler ve ağaçlarda asılı cesetler” görmek onlar için olağan bir durumdu. Kılıçla, baltayla ve kazıkla harap olan ülkeleri, “büyük, kasvetli bir çöle dönüşmüştü.” “Bu vahşetler... karanlık çağlarda değil, XIV. Louis’nin parlak döneminde işlenmişti. O günler bilimin ilerlemeye, edebiyatın gelişmeye başladığı zamanlardı, sarayın ve başkentin ilahiyatçıları eğitimli ve belagatli kişilerdi, ayrıca yumuşak huyluluk ve hayırseverlik erdemlerini büyük ölçüde sergiliyorlardı.”—a.g.e., 22. kitap, 7. bölüm. BM18 291.3

Fakat kara suç olayları dizisindeki en kara olay, tüm korkunç yüzyılların şeytanî eylemlerinin en korkuncu, Aziz Bartholomew 6Yortusu Kıyımıydı. Dünya bu namert ve zalim saldırının sahnelerini halen titretici bir dehşetle hatırlamaktadır. Roma yanlısı rahiplerin ve piskoposların yönlendirdiği Fransa kralı, bu korkunç eyleme onay verdi. Gecenin köründe çalan çan, katliamın işaretiydi. Krallarının şerefine güvenerek evlerinde sessizce uyuyan binlerce Protestan, hiçbir uyarı verilmeden dışarı sürüklenerek acımasızca katledildi. BM18 292.1

Mesih’in Mısır’da kölelikten çıkan halkının görünmez önderi olduğu gibi, Şeytan da bu dehşetli şehitleri çoğaltma işinde tebaasının görülmeyen önderiydi. Paris’te katliam, ilk üç günü akıl almaz şiddette olmak üzere, yedi gün boyunca devam etti. Yalnızca bu kentle de sınırlı kalmadı, kralın özel emriyle Protestanların bulunduğu tüm illere ve kasabalara yayıldı. Ne yaşa, ne de cinsiyete bakıldı. Ne masum bebeklere, ne de ak saçlı ihtiyarlara acıdılar. Asiller ve köylüler, yaşlılar ve gençler, anneler ve çocuklar hep birlikte yok edildiler. Katliam tüm Fransa’da iki ay boyunca devam etti. Uluslarının gururu olan yetmiş bin kişi yok edildi. BM18 292.2

“Katliamın haberi Roma’ya ulaştığında, ruhban sınıfının sevinci sınır tanımadı. Lorraine kardinali haberciyi bin kronla ödüllendirdi; St. Angelo topları sevinçli bir selam atışı yaptı; tüm kiliselerin kulelerinde çanlar çaldı; şenlik ateşleri geceyi gündüze çevirdi; XIII. Gregor ise kardinaller ve diğer kilise önde gelenleriyle birlikte uzun bir geçit töreni ile Aziz Louis kilisesine gitti, burada Lorraine kardinali Te Deum ilahisini söyledi... Katliamı anmak için bir madalyon bastırıldı ve Vasari’nin amirale yapılan saldırıyı, kralın konseyde katliamı planlayışını ve katliamın kendisini tasvir eden üç freski Vatikan'da halen görülebilir. Gregor, Charles’a Altın Gül’ü7 gönderdi; ve katliamdan dört ay sonra... Fransız bir rahibin vaazını halinden memnun bir şekilde dinledi... rahip bu günden ‘en kutsal babanın haberi alıp, Allah’a ve Aziz Louis’ye şükran sunmak üzere muhteşem bir tören yaptığı, sevinç ve mutlulukla dolu bir gün’ olarak bahsediyordu.”—Henry White, The Massacre of St. Bartholomew [Aziz Bartholomew Katliamı], 14. bölüm, 34. paragraf. BM18 293.1

Aziz Bartholomew Katliamı’nın arkasındaki efendinin ruhu, Devrim’in sahnelerinde de başroldeydi. İsa Mesih’in sahtekâr olduğu ilan edildi ve Fransız imansızlar bir araya toplanıp, Mesih’i kastederek “Sefil Adamı Ezin” diye bağırdılar. Göğe kafa tutan küfür ile iğrenç kötülükler el eleydi, dahası, en aşağılık insanlar, en utanmaz zulüm ve ahlaksızlık canavarları el üstünde tutulmaya başlandı. Bütün bu olaylarda Şeytan’a en büyük saygı sunulurken; Mesih ise gerçek, paklık ve özverili sevgi özellikleriyle çarmıha geriliyordu. BM18 293.2

“Dipsiz derinlikten çıkan canavar onlarla savaşacak ve onları yenecek ve onları öldürecek.” 8 Devrim sırasında ve Terör Dönemi’nde Fransa’da hüküm süren tanrıtanımaz güç, gerçekten de Allah’a ve O’nun kutsal sözüne karşı dünyanın hiçbir zaman tanık olmadığı bir savaş açtı. Tanrı’ya ibadet Ulusal Meclis tarafından durduruldu. Kutsal Kitap’lar toplanarak, halkın önünde mümkün olan her türlü aşağılama gösterisi eşliğinde yakıldı. Allah’ın yasası ayaklar altına alındı. Kutsal Kitap ilkelerine dayalı kurumlar kaldırıldı. Haftalık dinlenme günü bir kenara bırakıldı, onun yerine her onuncu gün sefahat alemi ve küfre ayrıldı. Vaftiz ve Rabb’in Sofrası yasaklandı. Mezarlıklara dikkat çekici bir şekilde asılan ilanlarda, ölümün ebedî bir uyku olduğu bildiriliyordu. BM18 293.3

Allah korkusunun bilgeliğin temeli9 olmak bir yana, akılsızlığın temeli olduğu söylendi. Özgürlüğe ve ülkeye tapmak haricinde her türlü dinsel ibadet yasaklandı. “Paris’in yasal piskoposu çağrılarak, tüm ulusun karşısında oynanmış en küstahça ve en rezil komedide başrollerden birini oynamaya zorlandı... Tam bir tören alayı ile Kongrenin huzuruna çıkarak, yıllardır öğretmiş olduğu dinin her bakımdan rahiplerin uydurması olduğunu, tarihte ya da kutsal gerçekte hiçbir temeli bulunmadığını ilan etmeye zorlandı. İbadetine adanmış olduğu Tanrı’nın varlığını kesin surette ve açıkça reddederek, kendisini gelecekte özgürlüğün, eşitliğin, erdemin ve ahlaki değerlerin yüceltilmesine adadı. Bundan sonra piskoposluk nişanlarını çıkararak masanın üzerine koydu ve Kongre başkanı kendisini kardeşçe kucakladı. Bazı sapkın rahipler bu piskoposu örnek aldılar.”—Scott, 1. cilt, 17. bölüm. BM18 294.1

“Ve yeryüzünde oturanlar onlar üzerine sevinecek ve şenlik yapacaklar ve birbirlerine armağanlar gönderecekler; çünkü bu iki peygamber yeryüzünde oturanlara işkence etmişlerdi.” 10 İmansız Fransa, Allah’ın iki tanığının azarlayıcı sesini susturmuştu. Hakikat sözü sokaklarında cansız olarak yatıyordu ve Allah’ın yasasının kısıtlamalarından ve zorunluluklarından nefret edenler büyük sevinç duyuyorlardı. İnsanlar göğün Kralı’na açıkça meydan okumuşlardı. Eski zamanlardaki günahkârlar gibi bağırıyorlardı: “Tanrı nasıl bilir? Bilgisi var mı Yüceler Yücesi’nin?” (Mezmur 73:11). BM18 294.2

Yeni düzenin rahiplerinden biri, neredeyse akıl almaz bir cüretkârlıkla şunları söyledi: “Ey Allah, eğer varsan, incinen adının intikamını al. Sana meydan okuyorum! Sessiz kalıyorsun; şimşeklerini göndermeye cesaret edemiyorsun. Bundan sonra Sen’in varlığına kim inanır?”—Lacretelle, History [Tarih] , 11. cilt, s. 309; alıntı yapılan eser: Sir Archibald Alison, History of Europe [Avrupa Tarihi] , 1. cilt, 10. bölüm. Tam da Firavun’un küstah sözlerinin bir yansıması: “Yehova kimdir ki... onun sözünü dinleyeyim?” “Yehovayı tanımam!” 11 BM18 295.1

“Akılsız içinden, ‘Tanrı yok!’ der” (Mezmur 14:1). Ayrıca Rab, gerçeği saptıranlar için şöyle bildiriyor: “Bunların da akılsızlığını herkes açıkça görecektir” (2. Timoteos 3:9). Fransa, yaşayan Allah’a, “Yüce ve görkemli Olan, sonsuzlukta yaşayan”a12 ibadeti terk ettiğinde, ahlaksız bir kadın suretinde resmedilen Akıl Tanrıçası’na taparak, aşağılayıcı putperestliğe düşmekte gecikmedi. Üstelik bu, ulusun temsilciler meclisinde ve en yüksek mülki idare ile yasama yetki organlarında gerçekleşti! Tarihçi şöyle diyor: “Bu çılgın dönemin törenlerinden biri, saçmalığı kutsallara saygısızlıkla birleştirmesi bakımından eşsizdir. Kongrenin kapıları bir müzik grubu için açıldı, önlerinden belediye yetkilileri vakur bir tören havasıyla içeri girdiler, özgürlüğü öven bir ilahi söylüyorlardı ve yanlarında gelecekte ibadet edecekleri nesne olan, Akıl Tanrıçası adını verdikleri üzeri örtülü bir kadın vardı. Hakim makamının önüne getirilerek büyük bir tantana ile örtüsü kaldırıldı ve başkanın sağına yerleştirildi, o zaman topluluktakiler onun operadaki dansçı kızlardan biri olduğunu anladılar... Fransa Ulusal Kongresi, taptıkları aklın en uygun temsilcisi olarak gördükleri bu kişiye alenen saygı gösterdiler. BM18 295.2

“Bu kutsala saygısız ve gülünç maskaralık belli bir tavrı yansıtıyordu; Akıl Tanrıçası takdim töreni, ulus çapında, sakinlerinin kendilerini Devrim’in tüm doruklarına denk olarak göstermeyi arzuladıkları yerlerde yenilendi ve taklit edildi.”— Scott, 1. cilt, 17. bölüm. BM18 295.3

Akla tapınmayı başlatan hatip şunları söyledi: “Meclis üyeleri! Bağnazlık yerini mantığa terk etmiştir. Yorgun gözleri ışığın parlaklığına dayanamadı. Bugün, bu gotik kemerlerin altında, gerçeği ilk kez yeniden haykıran muazzam bir kalabalık toplanmıştır. Burada Fransızlar tek gerçek tapınmayı, Özgürlük’e tapınmayı, Akıl’a tapınmayı kutlamışlardır. Burada, Cumhuriyet kurumlarının refahı için dileklerde bulunduk. Burada cansız putları, Akıl için, yani canlı olan kavram için, yani doğanın başyapıtıyla değiştirmek üzere terk ettik.”—M. A. Thiers, History of the French Revolution [Fransız Devrimi'nin Tarihçesi] , 2. cilt, s. 370, 371. BM18 296.1

Tanrıça Kongreye getirildiğinde, hatip onun elini tutarak topluluğa döndü ve şunları söyledi: “Ey ölümlüler, korkularınızın yarattığı bir Tanrı’nın güçsüz şimşekleri önünde titremeyi bırakın artık. Bundan böyle Akıl’dan başka bir tanrıyı tanımayın. Size onun en asil ve en pak tasvirini sunuyorum; illaki putlarınız olacaksa, yalnızca bunun gibisine kurban sunun... Yüce Özgürlük Senatosu’nun önünde düş, ey Aklın Örtüsü!” BM18 296.2

“Tanrıça, başkanın kucaklamasının ardından, muhteşem bir arabaya konularak, muazzam bir kalabalığın arasında, Tanrı’nın yerini almak üzere Notre Dame katedraline götürüldü. Orada büyük mihraba konuldu ve hazır bulunan herkes ona tapındı.”—Alison, 1. cilt, 10. bölüm. BM18 296.3

Bunu çok geçmeden Kutsal Kitap’ın halkın önünde yakılması izledi. Bir keresinde “Popüler Müze Derneği” üyeleri, bir direğin tepesinde çeşitli kitapların yarı yanık kalıntılarını taşıyarak belediye binasına girdiler ve “Vive la Raison! ” diye slogan attılar, kitaplar arasında, başkanın sözleriyle, “insan neslinin işlemesine neden oldukları tüm aptallıklar büyük bir ateşte temizlenen” dua kitapları ve Eski ile Yeni Ahitler de bulunuyordu.— Journal of Paris [Paris Bülteni], 1793, No. 318. Alıntı yapılan eser: BuchezRoux, Collection of Parliamentary History [Parlamenter Tarih Derlemesi], 30. cilt, s. 200, 201. BM18 296.4

Ateizmin tamamlamakta olduğu işi papalık başlatmıştı. Fransa’yı doludizgin yıkıma götürmekte olan toplumsal, siyasi ve dinsel koşulları Roma’nın politikası hazırlamıştı. Devrim’in dehşetlerinden bahseden yazarlar, bu aşırılıkların sorumlusunun saray ve kilise olduğunu belirtiyorlar. (Ek’e bakınız.) Tam bir adalet içinde, tüm bunların sorumluluğunun kiliseye yüklenmesi gerekir. Papalık, kralların zihinlerini Reform’a karşı zehirlemiş, bunun tahtın düşmanı, ulusun huzurunu ve uyumunu bozacak çatlak bir ses olduğuna inandırmıştı. Bu sayede, tahttan kaynaklanan en korkunç zulümleri ve en incitici baskıları ilham eden, Roma’nın dehası olmuştu. BM18 297.1

Özgürlük ruhu Kutsal Kitap’la birlikte gitti. Müjdenin alındığı her yerde, insanların zihinleri uyandı. Kendilerini cehalete, ahlaksızlığa ve batıl inançlara tutsak eden zincirleri çıkarıp atmaya başladılar. İnsan gibi düşünmeye ve davranmaya başladılar. Hükümdarlar bunu görerek baskıcı yönetimleri için endişeye düştüler. BM18 297.2

Roma da onların kıskanç korkularını alevlendirmekte gecikmedi. Papa 1525 yılında Fransa’nın krallık naibine şunları söylemişti: “Bu çılgınlık [Protestanlık] yalnızca dini karıştırıp yok etmekle kalmayacak, bunun yanında her türlü yönetimi, soyluluğu, yasayı, düzeni ve rütbeyi de ortadan kaldıracak.”—G. de Felice, History of the Protestants of France [Fransa Protestanlarının Tarihçesi] , 1. kitap, 2. bölüm, 8. paragraf. Birkaç yıl sonra bir papalık temsilcisi kralı uyardı: “Majeste, aldanmayın. Protestanlar hem medeni, hem de dinsel düzeni altüst edecekler... Taht da sunak kadar tehlike altında. Yeni bir dinin ortaya konulması, yeni bir hükümetin ortaya konulmasını gerektirir.”—D’Aubigne, History of the Reformation in Europe in the Time of Calvin [Calvin’in Zamanında Avrupa’da Reform'un Tarihi] , 2. kitap, 36. bölüm. İlahiyatçılar halkın önyargılarına hitap ederek, Protestan öğretisinin “insanları ayartarak türediğini ve ahmaklığa teşvik ettiğini; kralı tebaasının sadakatli sevgisinden mahrum bıraktığını ve hem kiliseyi hem de devleti harap ettiğini” ilan ettiler. Böylece Roma, Fransa’yı Reform’un aleyhine kışkırtmayı başardı. “Zulüm kılıcı Fransa’da ilk olarak tahtı muhafaza etmek, asilleri korumak ve yasaları sürdürmek için kınından çıktı.”—Wylie, 13. kitap, 4. bölüm. BM18 297.3

Ülkenin önderleri bu vahim politikanın sonuçlarını kestiremediler. Kutsal Kitap öğretileri bir ulusun refahının temel taşları olan adalet, ılımlılık, doğruluk, hakkaniyet ve hayırseverlik ilkelerini halkın zihinlerine ve yüreklerine yazacaktı. “Doğruluk bir ulusu yüceltir.” Zira bunlar “tahtın güvencesi”dir (Süleyman’ın Özdeyişleri 14:34; 16:12). “Doğruluğun ürünü esenlik, sonucu, sürekli huzur ve güven olacaktır” (Yeşaya 32:17). İlahî yasaya itaat eden kişi, kendi ülkesinin yasalarına da büyük bir samimiyetle saygı duyacak ve itaat edecektir. Allah’tan korkan kişi, kralın yetkisini adil ve meşru şekilde kullanmasına saygı gösterecektir. Fakat uğursuz Fransa, Kutsal Kitap’ı yasakladı ve öğrencilerine ambargo koydu. Yüzyıllar boyunca, kanaatlerini ifade edecek kadar cesur ve gerçek uğruna acı çekecek kadar imana sahip olan, ilkeli ve dürüst, düşünsel kavrayış sahibi ve güçlü ahlaklı insanlar, kadırgalarda köle olarak çalıştırıldılar, kazıklarda yandılar ya da zindan hücrelerinde çürüdüler. Binlerce kişi çareyi kaçmakta buldu; ve bu kaçış Reform’un başlangıcından sonra iki yüz elli yıl devam etti. BM18 298.1

“O uzun süre içinde müjdenin öğrencilerinin zalimlerin çılgınca öfkesinden kaçtığına tanık olmayan bir Fransız nesli yoktur, kaçanlar kendileriyle beraber, çoğunlukla üstün bir başarı gösterdikleri bilgileri, sanatları, sanayiyi ve düzeni de götürdüler, böylece sığınak buldukları ülkeleri bu nitelikleriyle zenginleştirdiler. Diğer ülkeleri bu güzel armağanlarla zenginleştirdikleri ölçüde de, kendi ülkelerini bunlardan mahrum bırakmış oldular. Şimdi sürgüne gönderilmiş olan her şey Fransa’da kalsaydı; bu üç yüz yıl zarfında, sürgünlerin iş becerileri onun toprağını işleseydi; bu üç yüz yıl zarfında, sanatsal yetenekleri onun üretimini geliştirseydi; bu üç yüz yıl zarfında, yaratıcı dehaları ve çözümsel becerileri onun edebiyatını zenginleştirse ve bilimini ilerletseydi; sahip oldukları hikmet onun konseylerine yön verseydi, cesaretleri onun savaşlarında çarpışsaydı, hakkaniyetleri onun yasalarını şekillendirseydi, ve Kutsal Kitap’ın dini onun halkının zihnini güçlendirse ve vicdanlarını etkileseydi, bugün Fransa ne kadar büyük bir görkemle kuşatılmış olurdu! Ne büyük, müreffeh ve mutlu bir ülke tüm uluslara bir örnekolurdu! BM18 298.2

“Fakat kör ve direngen bağnazlık her erdem öğretmenini, düzenin her savunucusunu, tahtın her samimi koruyucusunu her yerden kovaladı; kendi ülkelerini yeryüzünde ‘ünlü ve şerefli’ bir yer haline getirecek olan kişilere ‘Seçiminizi yapın, ya kazık, ya sürgün’ dedi. Sonunda devletin yıkımı tamamlandı; yasaklanacak vicdan; sürüklenerek kazığa götürülecek din; kovalanarak sürgüne gönderilecek vatanseverlik kalmadı.”—Wylie, 13. kitap, 20. bölüm. Ve bunun korkunç sonucu olarak, tüm dehşetleriyle Devrim ortaya çıktı. BM18 299.1

“Huguenotların kaçışıyla birlikte, Fransa genel bir gerileme dönemine girdi. Gelişmekte olan üretim şehirleri bozulmaya başladı; verimli bölgeler doğal vahşiliklerine döndüler; istisnai bir ilerleme döneminin yerini düşünsel durgunluk ve ahlaki çöküş aldı. Paris dev bir düşkünler yurdu haline geldi, Devrim’in başlangıcında iki yüz bin yoksulun yardım için kralın eline baktığı tahmin ediliyor. Çürümekte olan ulusta yalnızca Cizvitler zenginleşiyor, kiliselerde ve okullarda, hapishanelerde ve kadırgalarda korkunç bir zorbalıkla hüküm sürüyorlardı.” BM18 299.2

Fransa’ya, ruhban sınıfının, kralının ve yasa koyucularının yeteneklerini aşan ve ulusu sonunda anarşi ve yıkıma iten bu siyasi ve toplumsal sorunların çözümünü müjde getirebilirdi. Fakat insanlar Roma’nın egemenliği altında Kurtarıcı’nın fedakârlığa ve özverili sevgiye ilişkin kutlu derslerini unutmuşlardı. Başkalarının iyiliği için nefsinden feragat etme alışkanlığından uzaklaştırılmışlardı. Zenginler fakirlere çektirdikleri eziyetten ötürü azarlanmıyor, fakirler hizmetlerine ve aşağılanmalarına karşılık olarak hiçbir yardım görmüyorlardı. Zenginlerin ve nüfuzluların bencilliği gitgide daha açık ve baskıcı hale geliyordu. Yüzyıllar boyunca asillerin açgözlülüğü ve ahlaksızlığı, köylülere zorbaca davranılmasına neden oldu. Zenginler fakirlere haksızlık ettiler, fakirler ise zenginlerden nefret ettiler. BM18 299.3

Pek çok bölgede emlak asillerin elindeydi, çalışan sınıflar ise yalnızca kiracıydı; mülk sahiplerinin insafına kalmışlardı, mülk sahipleri ise onları aşırı taleplerine boyun eğmeye zorluyorlardı. Hem kiliseyi hem de devleti destekleme yükü orta ve alt sınıfların üzerine yığılmıştı, hem mülki idare hem de ruhban sınıfı tarafından ağır vergilere tabi tutuluyorlardı. “Asillerin zevki en yüce kanun sayılıyordu; çiftçiler ve köylüler açlıktan ölse de olurdu, zira onlara zulmedenlerin umurunda değildi... İnsanlar her zaman yalnızca mülk sahibinin çıkarını dikkate almaya zorlanıyorlardı. Tarım işçilerinin hayatı aralıksız çalışmayla ve bitmek bilmeyen sefaletle geçiyordu; şikâyet etme cüretinde bulunmaları halinde, şikâyetleri küstahça bir aşağılamayla karşılanıyordu. Mahkemeler her zaman köylülere karşı asilleri kayırıyordu; yargıçların rüşvet yediklerini herkes biliyordu; aristokrasinin en küçük kaprisi bile, bu evrensel yozlaşma sistemi sayesinde, arkasına yasa desteğini alıyordu. Bir yanda dünyasal güç sahipleri, diğer yanda ruhban sınıfı sayesinde, sıradan halktan toplanan vergilerin yarısından azı kraliyet ya da kilise hazinesine giriyordu; geri kalan kısmı müsrifçe zevkusefa için harcanıyordu. Yurttaş tebaalarını bu şekilde fakirleştirenlerin kendileri vergiden muaf ve yasa veya gelenek tarafından devletin tüm görevlerinde yetkiliydiler. Ayrıcalıklı sınıfların sayısı yüz elli bindi, onların keyfi için milyonlarca kişi berbat ve aşağılayıcı hayatlara mahkûm ediliyordu.” (Ek’e bakınız.) BM18 300.1

Saray lükse ve ahlaksızlığa teslim olmuştu. Halk ile yöneticiler arasında güven yok gibiydi. Hükümetinin tüm icraatının düzenbazca ve bencilce olduğundan şüphe ediliyordu. Devrim’den yarım yüzyıl öncesinden beri tahtta, o şeytanî zamanlarda dahi tembel, uçarı ve şehevi zevklere düşkün bir hükümdar olarak dikkati çeken XV. Louis oturuyordu. Ahlaksız ve zalim bir aristokrasi ve fakirleştirilmiş ve cahil bir alt sınıf sayesinde, devlet gırtlağına kadar borca batmış ve halk çileden çıkmış bir durumda iken, korkunç bir fırtınanın kopmak üzere olduğunu görebilmek için peygamber olmak gerekmiyordu. Kral, danışmanlarının uyarılarına sürekli olarak şu karşılığı veriyordu: “Ben yaşadığım sürece işleri yürütmeye çalışın; ben öldükten sonra ne olacaksa olsun.” Yeniden yapılanma gerekliliği boşu boşuna vurgulandı. Kral kötülükleri görüyordu, fakat onlara karşı koyacak ne cesareti, ne de gücü vardı. Fransa’yı bekleyen akıbet, üşengeç ve bencilce yanıtında çok net bir şekilde resmedilmişti: “Benden sonra tufan!” BM18 300.2

Roma, kralların ve yönetici sınıfların kıskançlığını kullanarak, onları halkı esarette tutmaları için etkiledi, böylece devletin zayıf düşeceğini çok iyi biliyordu ve bu sayede hem yöneticileri hem de halkı kendisine köle etmeyi amaçlıyordu. Öngörülü bir politika ile, insanları etkin bir şekilde köleleştirmek için zincirlerin ruhlarına bağlanması gerektiğini; köleliklerinden kurtulmalarını önlemenin en emin yolunun onları özgürlüğe elverişsiz hale getirmek olduğunu gördü. Politikasından kaynaklanan fiziksel acılardan bin kat beteri, ahlaki çöküntüydü. Kutsal Kitap’tan mahrum bırakılan ve bağnazlıkla bencilliğin öğretilerine terk edilen halk, cehalet ve batıl inançlarla kuşatılmışlar ve fesada batmışlardı, bu nedenle kendi kendilerini yönetmeye tamamen elverişsizdiler. BM18 301.1

Fakat tüm bunlar, uygulamada Roma’nın beklediğinden tamamen farklı bir sonuç verdi. Çalışmaları, kitleleri kendi dogmalarına kör bir itaatte tutmak yerine, onları imansızlara ve devrimcilere dönüştürdü. Roma Katolikliğini “rahipçilik” olarak hor gördüler. Ruhban sınıfını zulümcülerine ortak olarak gördüler. Tanıdıkları tek tanrı Roma’nın tanrısıydı; tek dinleri onun öğretisiydi. Onun açgözlülüğünü ve zalimliğini Kutsal Kitap’ın doğal meyvesi olarak gördüler ve bundan hiçbir pay istemediler. BM18 301.2

Roma Allah’ın karakterini yanlış tanıtarak O’nun isteklerini saptırmıştı, bu yüzden insanlar şimdi hem Kutsal Kitap’ı hem de onun Yazarı’nı reddediyorlardı. Kilise, Kutsal Yazılar’ın sözde kutsallığı altında, kendi dogmalarına kör inançla bağlılık talep ediyordu. Voltaire ile dostları tepki olarak Allah’ın sözünü tümüyle bir kenara attılar ve her yerde imansızlığın zehrini yaydılar. Roma, halkı demir pençesi altında ezmişti; şimdi ise aşağılanmış ve merhametsizce davranılmış kitleler, zorbalıktan öçlerini alarak tüm kısıtlamaları üzerlerinden kaldırdılar. Çoktan beridir saygı gösterdikleri pırıltılı aldatmacaya duydukları öfkeyle, gerçeği ve yalanı birlikte reddettiler; fesadın köleleri, hürriyeti aşırı serbestlikle karıştırarak, hayallerindeki özgürlükle bayram ettiler. BM18 302.1

Devrim’in başlangıcında, kralın verdiği bir taviz ile, halka asiller ile ruhban sınıfının toplam yetkisini de aşan bir temsil yetkisi verildi. Böylece güç dengesi ellerine geçti; fakat bunu hikmet ile ve ölçülü bir şekilde kullanmaya hazır değillerdi. Kendilerine yapılan haksızlıkları düzeltme hevesiyle, toplumun yeniden inşasına girişmeye karar verdiler. Akılları yapılan haksızlıkların acı ve çoktan beridir saklanan anılarıyla dolu olan öfkeli kalabalık, dayanılmaz hale gelen sefaleti devrimle yok etmeye ve çektikleri sıkıntıların sorumlusu olarak gördükleri kişilerden intikam almaya kararlıydılar. Ezilenler, baskı altında öğrendikleri dersi uygulamaya ve kendilerine zulmedenlere zulmetmeye başladılar. BM18 302.2

Zavallı Fransa, ektiğini kanla biçmeye başladı. Roma’nın denetleyici gücüne teslim olmasının sonuçları korkunç oldu. Fransa’nın, Roma Katolikliğinin etkisiyle, Reform’un başlangıcında ilk kazığı diktiği yere, bu kez Devrim ilk giyotini dikiyordu. On altıncı yüzyılda Protestan imanının ilk şehitlerinin yakıldığı noktada, on sekizinci yüzyılda giyotine ilk kurbanlar verildi. Fransa, kendisine şifa getirecek olan müjdeyi reddederek imansızlığa ve yıkıma kapı açmıştı. Allah’ın yasasının kısıtlamaları bir kenara bırakıldığında, insanî ihtirasların kuvvetli dalgalarını denetim altında tutmak için insan yasalarının yeterli olmayacağı anlaşıldı; böylece ulus isyana ve anarşiye sürüklendi. Kutsal Kitap’a karşı açılan savaş, dünya tarihinde Terör Dönemi olarak bilinen dönemin başlamasına neden oldu. İnsanların evlerinden ve kalplerinden huzur ve mutluluk silindi. Hiç kimse güvende değildi. Bir gün zafer kazanan, ertesi gün sanık oluyor, mahkûm ediliyordu. Şiddetin ve şehvetin tartışmasız egemenliği başlamıştı. BM18 302.3

Kral, ruhban sınıfı ve asiller, heyecanlı ve çılgına dönmüş halkın canavarlıklarına boyun eğmeye zorlandılar. Kralın idamı intikama susamışlıklarını daha da alevlendirmekten başka bir şeye yaramadı; onun ölüm fermanını verenler çok geçmeden onun ardından idam sehpasını boyladılar. Devrim’e düşman olduğundan şüphelenilen herkesin katledilmesine karar verildi. Hapishaneler dolup taştı, bir ara iki yüz binden fazla tutsak içerideydi. Krallığın şehirleri dehşet sahneleriyle doldu. Bir grup devrimci başka bir gruba karşıydı, böylece Fransa, tutkularının hiddetiyle hareket eden kitlelerin çatışma alanı haline geldi. “Paris’te kargaşa üstüne kargaşa çıkıyordu, vatandaşlar ise birbirlerini yok etmekten başka bir amacı olmayan hiziplere bölünmüşlerdi.” Tüm bu sefalete ek olarak, ulus Avrupa’nın büyük güçleriyle uzayıp giden ve harap edici bir savaş içindeydi. “Ülke iflasın eşiğindeydi, askerler gecikmiş ödemeleri için bağırıp çağırıyorlardı, Parisliler açlıktan ölüyordu, şehirler haydutlar tarafından talan edilmişti ve anarşi ve aşırı serbestlik yüzünden medeniyet yok olmaya yüz tutmuştu.” BM18 303.1

Halk, Roma’nın büyük bir gayretle öğrettiği zalimlik ve işkence derslerini çok iyi öğrenmişti. Sonunda intikam günü gelmişti. Bu kez zindanlara atılanlar ve kazığa sürüklenenler İsa’nın öğrencileri değildi. Onlar uzun zaman önce yok edilmişler ya da sürgüne gönderilmişlerdi. Acımasız Roma şimdi, eskiden kanlı eylemlerden zevk almayı öğrettiği kişilerin ölümcül gücünü hissediyordu. “Fransa’nın ruhban sınıfının çağlar boyunca sergilediği zulüm, şimdi dikkate değer bir güçle kendi üzerlerinde uygulanıyordu. İdam sehpaları rahiplerin kanıyla kızıla boyandı. Bir zamanlar Huguenotlarla dolan kadırgalar ve hapishaneler, şimdi onlara zulmedenlerle doluyordu. Kürek mahkûmu olan ve oturma sıralarına zincirlenen Roma Katolik din adamları, bir zamanlar kiliselerinin uysal sapkınlara hiçbir engelle karşılaşmadan çektirdiği tüm acıları şimdi kendileri çekiyordu. (Ek’e bakınız.) BM18 303.2

Daha sonra, en barbar mahkemenin, en barbar kanunu uyguladığı; insanların. büyük bir suç işleme riski altında olmadan komşularını selamlayamadıkları ve dua edemedikleri; her köşede casusların pusuya yattığı; giyotinlerin her sabah tam kapasiteyle çalıştığı; cezaevlerinin esir gemilerinin ambarları gibi tıka basa dolduğu; Sen Nehri’ne dökülen kanallarda oluk oluk kan aktığı günler geldi. Günden güne arabalar dolusu kurbanlar Paris sokaklarından korkunç sonlarına götürülürken, iktidardaki komisyonun bölgelere gönderdiği valiler, başkentte bile duyulmamış şiddette bir zulüm sergiliyorlardı. Ölüm makinelerinin bıçağının kalkış ve iniş hızı, katliamlarının boyutuna yetişemiyordu. Uzun sıralar oluşturan esirler şarapnel doldurulmuş topların ateşiyle öldürüldüler. Kalabalık mavnaların dibi deliniyordu. Lyons çöle döndü. Arras’ta, tutuklulara zalim bir merhamet sonucu hızlı bir ölüm bile çok görüldü. Loire Nehri boyunca, Saumur’dan denize kadar, karga ve çaylak sürüleri, iğrenç durumlarda birbirine girmiş olan çıplak cesetlerden beslendiler. Ne cinsiyete, ne de yaşa bakılarak merhamet gösterilmiyordu. O alçak yönetimin öldürdüğü on yedilik delikanlıların ve kızların sayısının yüzlerce olduğu sanılıyor. Memeden koparılan bebekler Jakoben askerler arasında mızraklarla havaya atıldılar.” (Ek’e bakınız.) On yıllık kısa bir süre içinde, kalabalık insan toplulukları yok edildi. BM18 304.1

Tüm bunlar Şeytan’ın istediği şekilde meydana geldi. Çağlar boyunca gerçekleştirmeye çalıştığı şey tam da buydu. Onun politikası başlangıçtan sona dek aldatmaca, kararlılıkla sürdürdüğü hedefi ise insanların üzerine acı ve sefalet getirmek, Allah’ın işini bozmak ve kirletmek, ilahî ihsan ve sevgi tasarılarını lekelemek, böylece gökte kedere neden olmaktır. Bundan sonra, aldatma sanatlarıyla insanların zihinlerini köreltir ve onları, sanki tüm bu sefalet Yaratıcı’nın tasarısının sonucuymuş gibi, kendi işinin suçunu Allah’a yüklemeye yöneltir. Benzer şekilde, onun zalim gücüyle aşağılanan ve kendilerine merhametsizce davranılan kişiler özgürlüklerini elde ettikleri zaman, onları aşırılıklara ve acımasızlıklara teşvik eder. Böylece, ölçüsüz serbestliğin bu resmi, zorba ve zalimler tarafından özgürlüğün sonuçlarına örnek olarak gösterilir. BM18 305.1

Bir ortamdaki yanılgının farkına varıldığında, Şeytan sadece onu farklı bir kisveyle gizler ve kalabalıklar ilkinde olduğu gibi seve seve kabul ederler. İnsanlar Roma Katolikliğinin bir aldanış olduğunu anladıklarında ve Şeytan onları kendi aracılığıyla Allah’ın yasasını çiğnemeye yönlendiremediğinde, onları tüm dinleri aldatmaca, Kutsal Kitap’ı ise masal olarak görmeye sevk etti; böylece ilahî kuralları bir kenara atarak, kendilerini dizginlenmeyen fesada verdiler. BM18 305.2

Fransa yurttaşlarının başına bu büyük sıkıntıyı getiren ölümcül hata, şu muazzam hakikati, gerçek özgürlüğün Allah’ın yasasının ilkeleri arasında yattığını göz ardı etmeleri oldu. “Keşke buyruklarıma dikkat etseydiniz! O zaman esenliğiniz ırmak gibi, doğruluğunuz denizin dalgaları gibi olurdu.” ” ‘Kötülere esenlik yoktur’ diyor RAB.” “Ama beni dinleyen güvenlik içinde yaşayacak, kötülükten korkmayacak, huzur bulacak” (Yeşaya 48:18, 22; Süleyman’ın Özdeyişleri 1:33). BM18 305.3

Tanrıtanımazlar, imansızlar ve sapkınlar Allah’ın yasasına karşı çıkar ve onu inkâr ederler; fakat yaptıkları etkinin sonuçları, insanın esenliğinin ilahî kurallara itaat etmesine bağlı olduğunu kanıtlamaktadır. Allah’ın kitabından ders almayanlar, bu dersi ulusların tarihinden almaya davet edilirler. BM18 305.4

Şeytan, Roma Kilisesi aracılığıyla insanları itaatten uzaklaştırırken aracılığını gizlemişti, çalışmasını da maskeleyerek, bunun sonucu olan aşağılanma ve sefaletin günahın meyvesi olarak görülmemesini sağladı. Ancak gücüne Allah’ın Ruhu’nun çalışmasıyla öylesine karşılık verilmişti ki, hedeflerini tam olarak gerçekleştirmesi engellenmişti. İnsanlar bu sebebin sonucunu izlemediler böylece yaşadıkları sefaletin kaynağını bulamadılar. Aksine, Devrim’de Allah’ın yasası Ulusal Konsey tarafından açıkça bir kenara atıldı. Bunu izleyen Terör Döneminde de, sebepsonuç ilişkisinin işleyişi herkes tarafından görüldü. BM18 306.1

Fransa, Allah’ı alenen reddederek Kutsal Kitap’ı bir kenara attığında, kötü insanlar ve karanlıktaki ruhlar uzun zamandan beri arzuladıkları hedefi, Allah’ın yasasının kısıtlamalarından uzak bir krallığı elde ettikleri için sevinçle coştular. Kötü işe karşı hüküm çabuk verilmediğinden, insanoğullarının yürekleri bundan ötürü “kötülük etmek için kendi içlerinde cesaret bul[dular]” (Vaiz 8:11 [KM]). Fakat adil ve hakkaniyetli bir yasanın çiğnenmesi, kaçınılmaz olarak sefalete ve yıkıma yol açacaktır. Yargıya hemen uğramasa dahi, insanların kötülüğü yine de kesinlikle kendi korkunç sonlarını hazırlamaktaydı. Yüzyıllar süren sapkınlık ve suç dönemi, ceza günü için gazap biriktirmekteydi; Allah’tan nefret edenler, fesatları doruğa ulaştığında, ilahî sabrı taşırmanın korkunç bir şey olduğunu çok geç olarak öğrendiler. Şeytan’ın zalim gücü üzerine denetim koyan Allah’ın kısıtlayıcı Ruhu büyük ölçüde kaldırıldı ve tek zevki insanların sefaletini görmek olan kişi, isteğini yapmakta özgür bırakıldı. İsyana hizmeti seçmiş olanlar, bunun ürünlerini biçmeye terk edildiler, böylece ülke kalemin yazamayacağı kadar korkunç suçlarla doldu. Yıkıma uğrayan bölgelerden ve harap olmuş kentlerden korkunç bir çığlık yükseldi - en acı ızdırabın çığlığı. Fransa, deprem vurmuş gibi sarsıldı. Din, yasa, toplum düzeni, aile, devlet ve kilise - tümü Allah’ın yasasına karşı kalkan küstah elin indirdiği darbeyle yıkıldı. Bilge kişi doğru söylemişti: “Kötü kişiyse kötülüğü yüzünden yıkılıp düşer.” “Günahlı yüz kez kötülük edip uzun yaşasa bile, Tanrı'dan korkanların, O’nun önünde saygıyla duranların iyilik göreceğini biliyorum. Oysa kötü... iyilik görmeyecek” (Süleyman’ın Özdeyişleri 11:5; Vaiz 8:12, 13). “Çünkü bilgiden nefret ettiler, ve RAB korkusunu seçmediler.” “Bunun için kendi yollarının semeresinden yiyecekler, ve kendi düzenlerine doyacaklar” (Süleyman’ın Özdeyişleri 1:29, 31 [KM]). BM18 306.2

“Dipsiz derinliklerden çıkan” küfürlü gücün öldürdüğü Allah’ın sadık tanıkları, uzun süre sessiz kalmayacaklardı. “Ve üç buçuk günden sonra, Allah’tan onların içine hayat ruhu girdi ve ayakları üzerinde durdular; ve onları görenlerin üzerine büyük korku düştü” (Vahiy 11:11 [Kİ]). 1793 yılında, Hristiyan dinini kaldıran ve Kutsal Kitap’ı bir kenara atan kararnameler Fransız Meclisi’nden geçti. Üç buçuk yıl sonra, bu kararnameleri iptal eden, dolayısıyla Kutsal Yazılar’a müsamaha sağlayan bir karar aynı meclis tarafından kabul edildi. Dünya, Kutsal Öğütler’in reddedilmesinden kaynaklanan suçun büyüklüğünden hayrete düşmüştü, insanlar ise erdem ve ahlakın temeli olarak Allah’a ve O’nun sözüne iman etme gereğinin farkına varmışlardı. Rab şöyle diyor: “Sen kimi aşağıladın, kime küfrettin? Kime sesini yükselttin? İsrail’in Kutsalı’na tepeden baktın!” (Yeşaya 37:23). “Onun için bu kez onlara gücümü, kudretimi tanıtacağım. O zaman adımın RAB olduğunu anlayacaklar.” (Yeremya 16:21). BM18 307.1

Peygamber, iki tanıkla ilgili olarak bildirisine devam ediyor: “Gökten gelen yüksek bir sesin, ‘Buraya çıkın!’ dediğini işittiler. Sonra düşmanlarının gözü önünde bir bulut içinde göğe yükseldiler.” (Vahiy 11:12). Allah’ın iki tanığı, Fransa’nın kendilerine savaş açmasından sonra, hiçbir zaman görmedikleri saygıyı gördüler. 1804 yılında British and Foreign Bible Society [İngiliz ve Yabancı Kutsal Kitap Derneği] kuruldu. Bunu Avrupa kıtasında benzer kurumlar ile pek çok şubeleri izledi. 1816 yılında American Bible Society [Amerikan Kutsal Kitap Derneği] kuruldu. İngiliz Derneği’nin kurulduğu sırada, Kutsal Kitap elli dilde basılmıştı ve dağıtımdaydı. O zamandan beri yüzlerce dile ve lehçeye tercüme edildi. (Ek’e bakınız.) BM18 307.2

1792’den önceki elli yıl boyunca, yabancı ülkelerde müjdeleme faaliyetlerine çok az önem verilmişti. Yeni dernekler kurulmamıştı ve putperest ülkelerde Hristiyanlığın yayılması için çaba gösteren kiliselerin sayısı birkaçı geçmiyordu. Fakat on sekizinci yüzyılın sonuna doğru büyük bir değişim meydana geldi. İnsanlar akılcılıktan hoşnutsuz oldular ve ilahî vahiy ile tecrübeye dayalı dinin gereğinin farkına vardılar. Bu zamandan itibaren, yabancı ülkelerde müjdeleme çalışması eşi görülmemiş bir büyüme sağladı. (Ek’e bakınız.) BM18 308.1

Matbaacılıktaki gelişmeler, Kutsal Kitap’ın dağıtılması işine hız kazandırdı. Farklı ülkeler arasında artan iletişim fırsatları, kadim önyargı ve ulusal ayrıcalık duvarlarının yıkılması ve Roma piskoposunun dünyasal gücünü kaybetmesi, Allah’ın sözünün girişi için yol açtı. Kutsal Kitap yıllardır Roma sokaklarında serbest bir şekilde satılıyordu, şimdi ise dünyanın yaşanabilir tüm bölgelerine taşındı. BM18 308.2

İmansız Voltaire bir keresinde böbürlenerek şunları söylemişti: “İnsanların Hristiyan dinini on iki adamın kurduğunu tekrar tekrar söylediklerini duymaktan bıktım. Onu yıkmak için bir adamın yeterli olacağını kanıtlayacağım.” Onun ölümünden beri pek çok nesil geçti. Kutsal Kitap’a karşı açılan savaşa milyonlarca kişi katıldı. Fakat yok edilmesi bir yana, Voltaire’in zamanında Allah’ın kitabının yüz nüshası var idiyse, şimdi on bin nüshası, hatta yüz bin nüshası var 13. Erken Reformculardan birinin Hristiyan kilisesine ilişkin sözleriyle: “Kutsal Kitap, pek çok çekiç eskitmiş bir örstür.” Rab şöyle diyor: “Sana karşı yapılan hiçbir silah işe yaramayacak, mahkemede seni suçlayan her dili suçlu çıkaracaksın” (Yeşaya 54:17). BM18 308.3

“Tanrımız’ın sözü sonsuza dek durur.” “Bütün koşulları güvenilirdir; sonsuza dek sürer, sadakat ve doğrulukla yapılır” (Yeşaya 40:8; Mezmur 111:7, 8). İnsanın yetkisi üzerine inşa edilen her şey yıkılacaktır; Allah’ın değişmez sözünün kayası üzerine kurulanlar ise sonsuza dek kalacaktır. 14 BM18 309.1