Büyük Mücadele

17/45

14.—SONRAKİ İNGİLİZ REFORMCULAR

Luther kapalı olan Kutsal Kitap’ı Almanya halkına açarken, Tyndale aynı şeyi İngiltere’de yapmak üzere Allah’ın Ruhu tarafından harekete geçirilmişti. Wycliffe’in Kutsal Kitap çevirisi, pek çok hata içeren Latince metinden tercüme edilmişti. Hiçbir zaman matbaada basılmamıştı, elyazmaları o kadar masraflıydı ki ancak birkaç zengin ya da asil adam bunları elde edebiliyordu; üstelik kilise tarafından yasaklandığı için nispeten dar bir çevrede yayılmıştı. 1516’da, Luther’in savlarının ortaya çıkmasından bir yıl önce, Erasmus Yeni Ahit’i Grekçe ve Latince olarak kendi derlediği şekilde yayınlamıştı. Şimdi ise Allah’ın sözü ilk kez orijinal dillerinde basılıyordu. Bu çalışmada eski derlemelerde bulunan pek çok hata düzeltildi ve anlam daha net bir şekilde aktarıldı. Böylece, eğitimli insanlar arasında pek çok kişinin gerçeğin bilgisine daha yetkin bir şekilde ulaşmasını sağlayarak, reform çalışmasına yeni bir enerji kazandırdı. Fakat sıradan halk halen büyük ölçüde Allah’ın sözünden yoksundu. Wycliffe’in başlattığı Kutsal Kitap’ı yurttaşlarına sunma işini Tyndale tamamlayacaktı. BM18 263.1

Gayretli bir öğrenci ve gerçeğin samimi bir arayıcısıydı, müjdeyi Erasmus’un Grekçe Yeni Ahit’inden almıştı. Düşüncelerini korkusuzca vaaz ederek, tüm öğretilerin Kutsal Yazılar’a göre sınanması gerektiğini savundu. Papalık yanlılarının Kutsal Kitap’ı kilisenin verdiği ve yalnızca kilisenin açıklayabileceği iddialarını Tyndale şöyle yanıtladı: “Kartallara avlarını bulmayı kimin öğrettiğini biliyor musunuz? Aynı Allah, kendi aç çocuklarına, kendi sözünde Babaları’nı bulmayı öğretiyor. Kutsal Yazılar’ı bize vermek bir yana, onları bizden saklayanlar sizsiniz; onları öğretenleri yakanlar da sizsiniz, elinizden gelse Kutsal Yazılar’ı da yakardınız.”—D’Aubigne, History of the Reformation of the Sixteenth Century [On Altıncı Yüzyıl Reformunun Tarihçesi] , 18. kitap, 4. bölüm. BM18 263.2

Tyndale’in vaazları büyük bir ilgi uyandırdı; pek çok kişi gerçeği kabul etti. Fakat rahipler tetikteydi, Tyndale sahadan ayrılır ayrılmaz tehditleri ve çarpıtmalarıyla onun işini yıkmaya çalıştılar. Çoğunlukla da başarılı oldular. Tyndale, “Ne yapmalı?” diye haykırdı. “Ben bir yerde ekerken, düşman gelip ayrıldığım tarlayı yağmalıyor. Her yerde olamam ki. Ah, Hristiyanlar Kutsal Yazılar’a kendi dillerinde sahip olsalardı, o zaman bu safsatacılara kendi başlarına karşı koyabilirlerdi. Kutsal Kitap olmadan sıradan halkı gerçekle eğitmek imkânsız.”—a.g.e., 18. kitap, 4. bölüm. BM18 264.1

Zihnine yeni bir amaç yerleşiyordu. “Yehova’nın tapınağında mezmurlar İsrail halkının dilinde söyleniyordu;” dedi, “neden müjde bizim aramızda İngiliz dilinde okunmasın? ... Kilise öğle vaktinde şafaktan daha az ışık mı almalı? ... Hristiyanlar Yeni Ahit’i kendi anadillerinde okumalı.” Kilisenin doktorları ve öğretmenleri kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. İnsanlar gerçeğe ancak Kutsal Kitap yoluyla ulaşabilirlerdi. “Biri şu doktoru, başkası bunu tutuyor. Bu yazarların her biri diğeriyle çelişiyor. Öyleyse doğru söyleyeni yanılgıda olandan nasıl ayıracağız? . Nasıl? . Kesinlikle Allah’ın sözüyle.”—a.g.e., 18. kitap, 4. bölüm. BM18 264.2

Kısa bir süre sonra, onunla tartışmaya giren Katolik bir doktor şöyle haykırdı: “Papanın yasalarından yoksun olacağımıza, Allah’ın yasalarından yoksun olalım.” Tyndale yanıtladı: “Papaya ve tüm yasalarına meydan okuyorum; Allah bana ömür verirse, kısa bir süre içinde saban süren bir çocuğun Kutsal Yazılar’ı senden daha iyi bilmesini sağlayacağım.”— Anderson, Annals of the English Bible [İngilizce Kutsal Kitap Yıllıkları], s. 19. BM18 264.3

Benimsemeye başladığı amaç, halka Yeni Ahit Yazıları’nı kendi dillerinde verme düşüncesi şimdi pekişmişti ve vakit geçirmeden kendini çalışmaya verdi. Zulüm yüzünden evinden sürgün edildiğinden, Londra’ya gitti ve orada bir süre çalışmalarını rahatsız edilmeden sürdürdü. Fakat papalık yanlılarının zorbalığı onu yeniden kaçmaya zorladı. Tüm İngiltere ona yasaklanmış gibiydi, o da Almanya’da sığınak aramaya karar verdi. Burada İngilizce Yeni Ahit’i matbaada bastırmaya başladı. Çalışma iki kez durduruldu; fakat bir kentte baskı yasaklandığında diğerine gitti. Sonunda, birkaç yıl önce Luther’in Kurultay önünde müjdeyi savunmuş olduğu Worms’a ulaştı. O kadim kentte pek çok reform dostu vardı ve Tyndale daha fazla engellenmeden çalışmasına orada devam etti. Çok geçmeden Yeni Ahit’in üç bin nüshası tamamlandı, aynı yıl bunu başka bir baskı izledi. BM18 265.1

Büyük bir ciddiyet ve sebatla çalışmalarına devam etti. İngiliz resmi mercilerinin limanları son derece sıkı bir teyakkuzla korumalarına rağmen, Allah’ın sözü çeşitli yollarla gizlice Londra’ya giriyor, oradan tüm ülkeye yayılıyordu. Papalık yanlıları gerçeği bastırmaya çalıştı, fakat boşunaydı. Bir keresinde Durham piskoposu, Tyndale’in dostu olan bir kitapçıdan, elindeki tüm Kutsal Kitap stokunu yok etmek amacıyla satın aldı ve bunun çalışmayı büyük ölçüde engelleyeceğini zannetti. Aksine, buradan elde edilen para ile malzeme satın alındı ve aksi halde yayınlanamayacak olan yeni ve daha iyi bir baskı yapıldı. Daha sonra Tyndale hapse atıldığında, Kutsal Kitaplarının basım masraflarında kendisine destek olan kişilerin adını vermesi koşuluyla özgürlük teklif edildi. Durham piskoposunun elde kalan kitaplar için büyük bir ücret ödeyerek kendisine cesaretle yola devam etme imkânı verdiğini, bu nedenle herkesten fazla yardımcı olduğunu söyledi. BM18 265.2

Tyndale düşmanlarının eline verildi ve bir keresinde aylarca hapiste kaldı. Sonunda şehit olarak imanına tanıklık etti; fakat hazırladığı silahlar diğer askerlerin yüzyıllar boyunca, hatta günümüze dek savaşa devam etmelerini sağladı. BM18 266.1

Latimer, kürsüden Kutsal Kitap’ın halkın dilinde okunması gerektiğini ilan ediyordu. Kutsal Yazı’nın Yazarı’nın “Allah’ın kendisi” olduğunu söylüyordu; ve bu Kutsal Yazı, Yazarı’nın gücüne ve sonsuzluğuna ortaktı. “O’nun kutsal sözüne... itaat etme yükümlülüğü altında olmayan... hiçbir kral, imparator, hakim ve yönetici yoktur.” “Dolaylı yollara sapmayalım, Allah’ın sözünün bizi yönlendirmesine izin verelim:... atalarımızın izinde yürümeyelim, onların yaptıklarını değil, yapmaları gerekip yapmadıklarını gerçekleştirmeye çalışalım.”— Hugh Latimer, “First Sermon Preached Before King Edward VI [Kral VI. Edward’ın Huzurunda Verilen İlk Vaaz]. ” BM18 266.2

Tyndale’in sadık dostları Barnes ile Frith gerçeği savunmak üzere ayağa kalktılar. Onları Ridleyler ile Cranmer izledi. İngiliz Reformu’nun bu önderleri bilgili kişilerdi ve pek çoğu gayretleri ve dindarlıklarından ötürü Roma Katolik toplumunda da büyük saygı görüyordu. Papalığa karşıtlıkları, “kutsal taht”ın yanılgılarına ilişkin edindikleri bilgilerden ötürüydü. Babil’in sırlarını biliyor olmaları, ona karşı verdikleri tanıklıkları daha da güçlendirdi. BM18 266.3

Latimer, “Şimdi tuhaf bir soru sormak istiyorum” dedi. “Tüm İngiltere’deki en gayretli piskopos ve rahip kimdir? ... Adını söylemem için kulak kesildiğinizi görüyorum... Söyleyeyim: iblistir... Piskoposluk bölgesini hiçbir zaman terk etmez; ne zaman isterseniz çağırın, her zaman evindedir;... daima sabanının başındadır... Sizi temin ederim, onu hiçbir zaman aylaklık ederken göremezsiniz... İblisin ikamet ettiği yerde, . kahrolsun kitaplar, yaşasın mumlar; kahrolsun Kutsal Kitaplar, yaşasın tespih; kahrolsun müjdenin ışığı, yaşasın mumların ışığı, evet, öğle saatlerinde; . kahrolsun Mesih’in haçı, yaşasın purgatorya yankesiciliği; ... kahrolsun çıplakları, fakirleri ve zayıfları giydirmek, yaşasın tasvirlerin süslenmesi ve tahtalarla taşların parlak ve canlı renklerle giydirilmesi denilir; insanların gelenekleri ve yasaları yüceltilirken, Allah’ın gelenekleri ve O’nun en kutsal sözü aşağılanır... Keşke piskoposlarımız da Şeytan’ın delice ve karaçayır ekmekte gösterdiği gayreti, iyi öğretinin buğdayını ekmek için gösterebilseler!”—a.g.e., “Sermon of the Plough [Saban Vaazı] . ” BM18 266.4

Bu Reformcuların savunduğu temel ilke Valdenslerin, Wycliffe’in, Jan Hus’un, Luther’in, Zwingli’nin ve onlarla birlik olanların savunduğu ilkenin aynısıKutsal Yazılar’ın iman ve uygulamada yanılmaz yetki kaynağı olarak kabul edilmesiydi. Papaların, konseylerin, Kilise Babalarının ve kralların dinle ilgili konularda vicdanı denetim altına alma haklarının olmadığını bildirdiler. Yetki kaynakları Kutsal Kitap’tı ve tüm öğretileri, tüm iddiaları onun öğretilerine göre sınıyorlardı. Bu kutsal adamları kazıkta can verirken destekleyen, Allah’a ve O’nun sözüne imandı. Latimer, alevler seslerini boğmak üzereyken şehit yoldaşlarına, “İçiniz rahat olsun” diye seslendi, “bugün, Allah’ın lütfuyla İngiltere’de öyle bir mum yakıyoruz ki, hiçbir zaman söndürülemeyeceğine güvenim tamdır.”— Works of Hugh Latimer [Hugh Latimer’in Çalışmaları] , 1. cilt, s. xiii. BM18 267.1

İskoçya’da Columba ile çalışma arkadaşlarının attığı gerçek tohumları hiçbir zaman tamamen yok edilememişti. İngiltere kiliseleri Roma’ya boyun eğdikten yüzlerce yıl sonra bile, İskoçya kiliseleri özgürlüklerini koruyordu. Ancak on ikinci yüzyılda papalık burada yerleşik hale geldi ve hiçbir ülkede olmadığı kadar mutlak bir egemenlik kurdu. Hiçbir yerde daha kesif bir karanlık yoktu. Yine de karanlığı delip geçen ve doğacak günü vaat eden ışık huzmeleri geliyordu. İngiltere’den Kutsal Kitap ve Wycliffe’in öğretileri ile gelen Lollardlar müjde bilgisini korumak için çok emek verdiler, her yüzyılın kendi tanıkları ve şehitleri oldu. BM18 267.2

Büyük Reform’un başlamasıyla Luther’in yazıları, ardından Tyndale’in İngilizce Yeni Ahiti geldi. Hiyerarşinin dikkatinden kaçan bu haberciler sessizce dağları ve vadileri aşarak İskoçya'da sönmeye yüz tutmuş olan gerçeğin meşalesini yeniden alevlendirdiler ve Roma’nın dört yüzyıllık baskı ile gerçekleştirmiş olduğu işi tersine çevirmeye başladılar. BM18 268.1

Bundan sonra, şehitlerin kanları harekete taze bir enerji kazandırdı. Papalık önderleri davalarını tehdit eden tehlikeyi aniden fark ederek, İskoçya’nın en asil ve en şerefli oğullarından bazılarını kazığa götürdüler. Ancak böyle yapmakla yalnızca bir kürsü kurmuş oluyorlardı, buradan ölmekte olan bu tanıkların sözleri tüm ülkeye yayılarak, insanların ruhlarını Roma’nın zincirlerini çıkarıp atmak için ölmez bir arzuyla titretiyordu. BM18 268.2

Hem doğuştan hem de karakter açısından asil olan ve pek çok alçakgönüllü öğrenciye sahip olan Hamilton ile Wishart, canlarını kazıkta verdiler. Fakat Wishart’ı yakan odun yığınından, alevlerin susturamayacağı biri çıktı, bu kişi Allah’ın yardımıyla İskoçya’da papalığa öldürücü darbeyi indirecekti. BM18 268.3

John Knox kilisenin geleneklerinden ve gizemciliğinden yüz çevirerek Allah’ın sözünün gerçeğinden beslenmeye başladı; Wishart’ın öğretisi onun Roma toplumundan ayrılarak zulüm gören Reformculara katılma kararını pekiştirdi. BM18 268.4

Dostları tarafından vaizlik görevini almaya teşvik edildiğinde titreyerek bunun sorumluluğundan kaçındı, fakat birkaç gün kendi kendisiyle acı verici bir şekilde çatışarak inzivada kaldıktan sonra kabul etti. Fakat görevi kabul ettikten sonra, yaşadığı sürece sarsılmaz bir kararlılıkla ve yılmaz bir cesaretle yoluna devam etti. Bu sadık Reformcu insanlardan korkmuyordu. Etrafında parıldayan şehitlik ateşleri yalnızca gayretini daha da arttırmaya yarıyordu. Zorbalığın kılıcı başının üzerinde tehlikeli bir şekilde asılı dururken, o davasını savunarak, putperestliği yıkmak için sağına ve soluna sağlam darbeler indirdi. BM18 268.5

Karşısında pek çok Protestan önderin gayretlerini kaybettiği İskoçya kraliçesinin huzuruna getirildiğinde, John Knox gerçeğe sadakatle tanıklık etti. Pohpohlamayla kazanılamazdı; tehditler karşısında titremiyordu. Kraliçe onu sapkınlıkla suçladı. İnsanlara devletin yasakladığı bir dini öğreterek, tebaaların hükümdarlarına itaat etmesine ilişkin Allah’ın emrini çiğnediğini söyledi. Knox kararlılıkla yanıtladı: BM18 269.1

“Doğru din hem orijinal gücünü, hem de yetkisini dünyasal hükümdarlardan değil, yalnızca ebedî Allah’tan aldığından, tebaalar da kendi dinlerini hükümdarlarının keyfine göre belirleme zorunluluğu altında değillerdir. Zira çoğunlukla hükümdarlar Allah’ın gerçek dininden en habersiz kişilerdir. İbrahim’in nesli uzun bir süre tebaası oldukları Firavun’un dinine tabi olsaydı, sorarım size majeste, dünyada hangi din olurdu? Ya da elçilerin zamanında herkes Roma imparatorlarının dinine geçseydi, yeryüzünde hangi din hüküm sürerdi? ... Böylece, majeste, tebaalara hükümdarlarına itaat etme emri verilmiş olmasına rağmen, onların dinlerine bağlı olmadıklarını anlayabilirsiniz.” BM18 269.2

Mary şöyle dedi: “Siz Kutsal Yazılar’ı bir türlü yorumluyorsunuz, onlar [Roma Katolik öğretmenleri] başka türlü yorumluyor; kime inanacağım ve kim hakem olacak?” BM18 269.3

Reformcu, “Kendi sözünde açıkça konuşan Allah’a inanacaksınız” yanıtını verdi; “ve sözün size öğrettiğinin dışında, hiçbir şeye inanmamalısınız. Allah’ın sözü kendi içinde çok kolay anlaşılırdır; bir yerde anlaşılması güç gibi görünen bir bölüm varsa, kendisiyle hiçbir zaman çelişkiye düşmeyen Kutsal Ruh aynı konuyu başka bir yerde daha net bir şekilde açıklamaktadır, öyle ki, inatla cahil kalmayı seçenler haricinde, hiçbir şüphe kalmasın.”—David Laing, The Collected Works of John Knox [John Knox'un Toplu Eserleri] , 2. cilt, s. 281, 284. BM18 269.4

Korkusuz Reformcu, canını tehlikeye atarak bu gerçekleri kraliyet mensuplarının kulaklarına duyurdu. Aynı yılmaz cesaretle hedefini gerçekleştirmeye devam etti, İskoçya papalıktan özgür kalıncaya dek dua ederek Rabb’in savaşlarında çarpıştı. BM18 270.1

İngiltere’de Protestanlığın ulusal din olarak tesis edilmesi zulmü azaltmış, fakat tamamen durdurmamıştı. Roma öğretilerinin pek çoğu terk edilmiş olmasına rağmen, ibadet şekillerinden tutulanlar da az değildi. Papanın üstünlüğü reddedilmişti, ancak onun yerine kilisenin başına kral ya da kraliçe getirilmişti. Kilise ibadetleri halen müjdenin paklığı ve sadeliğinden çok uzaktı. Önemli din hürriyeti ilkesi halen anlaşılmamıştı. Protestan yöneticiler Roma’nın sapkınlığa karşı kullandığı korkunç zulümlere nadiren başvursalar da, her insanın Allah’a kendi vicdanına göre tapınma hakkı kabul edilmemişti. Herkesin yerleşik kilise tarafından belirlenen öğretileri kabul etmesi ve ibadet şekillerini yerine getirmesi gerekiyordu. Yüzlerce yıl boyunca muhalifler az ya da çok ölçülerde zulüm gördüler. BM18 270.2

On yedinci yüzyılda binlerce pastör görevlerinden ihraç edildi. İnsanlar ağır para cezaları, hapis ve sürgün tehdidiyle kilisenin onayladıkları haricinde dinsel toplantılara katılmaktan men edildiler. Allah’a ibadet için bir araya gelmekten geri kalamayan sadık canlar, karanlık sokaklarda, gözlerden uzak tavan aralarında, bazı mevsimlerde ise gece yarıları ormanlarda toplanmak zorunda kaldılar. Rabb’in dağıtılmış ve zulme uğramış çocukları, ormanın koruyucu derinliklerinde, Allah’ın kendi inşa ettiği tapınakta, dua ve övgü ile ruhlarını dökmek için bir araya geldiler. Fakat aldıkları tüm tedbirlere rağmen, pek çoğu imanından ötürü sıkıntı çekti. Hapishaneler doldu. Aileler parçalandı. Pek çoğu yabancı ülkelere sürgün edildi. Ancak Allah halkıyla birlikteydi ve zulüm onların tanıklığını susturmayı başaramadı. Pek çoğu, zulümden kaçarak okyanusun ötesine Amerika’ya geldiler ve burada, bu ülkenin sağlam kalesi ve şerefi olan medeniyet ve din özgürlüğünün temellerini attılar. BM18 270.3

Tekrar, elçilerin zamanında olduğu gibi, zulüm müjdenin daha çok yayılmasına yaradı. 2 John Bunyan, ahlaksızlar ve ağır suçlularla dolu iğrenç bir zindanda göğün havasını teneffüs etti; orada imanlının yıkım diyarından göksel kente olan yolculuğunu benzetme olarak kullandığı muhteşem eserini yazdı. İki yüz yıldan uzun bir süredir, Bedford zindanından duyulan bu ses insanların kalplerine heyecan verici bir güç ile konuşmuştur. Bunyan’ın Pilgrim’s Progress [Çarmıh Yolcusu] ve Grace Abounding to the Chief of Sinners [Baş Günahkâra Bol Lütuf] adlı eserleri pek çok kişiyi yaşam yoluna yönlendirdi. BM18 271.1

Baxter, Flavel, Alleine ve diğer yetenekli, eğitimli ve derin bir Hristiyan deneyimine sahip adamlar ortaya çıkarak, bir zamanlar kutsallara verilen imanı kahramanca savundular. Bu adamların gerçekleştirdiği, ancak bu dünyanın hükümdarları tarafından yasaklanan ve yasadışı ilan edilen eser, hiçbir zaman yok olmayacak. Flavel’in Fountain of Life [Yaşam Pınarı] ve Method of Grace [Lütuf Yolu] adlı eserleri binlerce kişiye canlarını nasıl Mesih’in korumasına teslim edeceklerini öğretti. Baxter’in Reformed Pastor [Yenilenen Pastör] kitabı, Allah’ın işinin canlandırılmasını arzulayan pek çok kişiye bereket oldu, Saints’ Everlasting Rest [Kutsalların Sonsuz Rahatı] ise, canları Allah halkı için kalan “rahat”a3 yönlendirme görevini yerine getirdi. BM18 271.2

Yüz yıl sonra, büyük ruhsal karanlık döneminde, Whitefield ve Wesleyler ortaya çıkarak Allah’ın ışığını taşıdılar. Yerleşik kilisenin hükümranlığı altında, İngiltere halkı putperestlikten ayırt edilemeyecek bir dinsel çöküşe girmişti. Ruhban sınıfının gözde araştırma konusu doğal dindi ve teolojilerinin büyük kısmını meydana getiriyordu. Üst sınıflar dindarlığa dudak büküyor ve bağnazlık olarak nitelendirdikleri şeyin üzerinde olmakla övünüyorlardı. Alt sınıflar ise büyük ölçüde cahildi ve ahlaksızlığa terk edilmişlerdi, kilise ise gözden düşmüş olan gerçeğin davasını artık destekleyebilecek cesarete ve imana sahip değildi. BM18 271.3

Luther’in son derece açık bir şekilde öğrettiği imanla aklanma temel doktrini neredeyse tamamen ortadan kaybolmuştu; yerini ise Roma’nın kurtuluş için iyi işlere güvenme ilkesi almıştı. Yerleşik kilisenin üyeleri olan Whitefield ile Wesleyler Allah’ın rızasını samimiyetle arıyorlardı, bunu da erdemli hayat sürerek ve dinin törensel kurallarını yerine getirerek elde edebilecekleri kendilerine öğretilmişti. BM18 272.1

Charles Wesley bir keresinde hastalandığında ve ölümün yakın olduğunu hissettiğinde, kendisine sonsuz yaşam umudunu neye bağladığı sorulmuştu. Cevabı şöyle oldu: “Allah’a kulluk etmek için elimden gelen tüm çabayı gösterdim.” Soruyu soran dostunun bu yanıttan tatmin olmadığını gören Wesley şöyle düşündü: “Yoksa çabalarım umut sahibi olmak için yeterli değil mi? Beni çabalarımdan mahrum mu bırakacak? Güvenebileceğim başka hiçbir şey yok.”—John Whitehead, Life of the Rev. Charles Wesley [Pastör Charles Wesley’nin Hayatı] , s. 102. Kilisenin üzerine işte böyle bir karanlık çökmüştü, kefareti gizliyor, Mesih’i yüceliğinden soyutluyor ve insanların zihinlerini tek kurtuluş umutlarından, yani çarmıha gerilen Kurtarıcı’nın kanından uzaklaştırıyordu. BM18 272.2

Wesley ile çalışma arkadaşları, gerçek dinin kalpte yerleştiğini ve Allah’ın yasasının sözler ve eylemlere olduğu kadar düşüncelere de uzandığını görmeye yönlendirildiler. Dışa yansıyan davranışların doğruluğu kadar kalbin kutsallığının da gerekli olduğunu görerek, samimiyetle yeni bir yaşama doğru yola koyuldular. En gayretli çabalarıyla ve dualarla doğal kalbin kötülüklerini bastırmaya çalıştılar. Özverili, hayırsever ve alçakgönüllü bir hayat yaşayarak, en çok arzuladıkları şeye, Allah’ın rızasını kazanmalarını sağlayacak olan o kutsallığa erişmelerinde yardımcı olacağını düşündükleri her kuralı büyük bir katılık ve kesinlikle uyguladılar. Fakat ulaşmaya çalıştıkları hedefe ulaşamadılar. Kendilerini günahın mahkûmiyetinden kurtarma ve onun gücünü kırma çabaları boşunaydı. Luther’in Erfurt’taki hücresinde yaşadığı da aynı mücadeleydi. Ruhuna işkence eden aynı soruydu: “Tanrı’nın önünde insan nasıl haklı çıkabilir?” (Eyüp 9:2). BM18 272.3

Protestanlığın sunakları üzerinde sönmeye yüz tutmuş olan ilahî hakikat ateşleri, çağlar ötesinden Bohemyalı Hristiyanlarca uzatılan kadim meşale ile yeniden tutuşturulacaktı. Reform’dan sonra Bohemya’daki Protestanlık Roma orduları tarafından bastırılmıştı. Gerçeği inkâr etmeyi reddeden herkes kaçmaya zorlamıştı. Bunlardan bazıları Saksonya’da sığınak bularak, kadim imanı burada korudular. Işık Wesley’ye ve çalışma arkadaşlarına işte bu Hristiyanların soyundan gelenler tarafından ulaştırıldı. BM18 273.1

John ve Charles Wesley, din görevliliğine atandıktan sonra Amerika’ya hizmete gönderilmişlerdi. Gemide bir grup Moravyalı vardı. Yolculuk sırasında şiddetli fırtınalarla karşılaştılar, John Wesley ölümle yüz yüze geldiğinde Allah’la barışma güvencesine sahip olmadığını hissetti. Almanlar ise, bunun aksine, onun yabancısı olduğu bir sükunet ve güven sergiliyorlardı. BM18 273.2

“Çoktan beridir” diyor, “davranışlarındaki büyük ciddiyeti fark etmiştim. İngilizlerden hiçbirinin üstlenmeyeceği, diğer yolculara hizmet işlerini yerine getirerek alçakgönüllülüklerine sürekli bir kanıt sergilemişlerdi; bu işler için hiçbir ücret talep etmiyorlar ve almıyorlardı, bunun gururlu kalplerine iyi geldiğini ve sevgi dolu Kurtarıcıları’nın kendileri için daha fazlasını yaptığını söylüyorlardı. Her geçen gün onlara hiçbir zararın ortadan kaldıramayacağı bir yumuşak huyluluk gösterme fırsatı veriyordu. İtilip kakıldıklarında ve oradan oraya savrulduklarında, ayağa kalkarak yollarına devam ettiler; fakat ağızlarından tek bir şikâyet çıkmadı. Şimdi, gurur, öfke ve intikam duygularından olduğu kadar, korku ruhundan da kurtulup kurtulmadıklarını anlamak için bir fırsat bulmuşlardı. İbadetlerini açtıkları ilahinin ortasında deniz patladı, ana yelkeni parçalara ayırdı, gemiyi kapladı ve engin derinlik bizi şimdiden yutmuşçasına güverteler arasında akmaya başladı. İngilizler arasında korkunç çığlıklar başladı. Almanlar sükunetle ilahi söylemeye devam ettiler. Olaydan sonra içlerinden birine ‘Korkmadınız mı?’ diye sordum. ‘Allah’a şükür, hayır’ yanıtını verdi. ‘Peki kadınlarınız ve çocuklarınız korkmadı mı?’ diye sordum. Nezaketle, ‘Hayır; kadınlarımız ve çocuklarımız ölümden korkmaz’ diye yanıtladı.”—Whitehead, Life of the Rev. John Wesley [Pastör John Wesley’nin Hayatı] , s. 10. BM18 273.3

Savannah’a vardıktan sonra Wesley kısa bir süre Moravyalılarla birlikte kaldı ve onların Hristiyanlığa yaraşır davranışlarından derinden etkilendi. İngiliz Kilisesi’nin cansız şekilciliğine çarpıcı bir tezat oluşturan dinsel ibadetlerinden biriyle ilgili olarak şunları yazdı: “Tüm ibadetin muazzam sadeliği ve ağırbaşlılığı bana neredeyse aradaki bin yedi yüz yılı unutturdu ve şekil ve debdebenin olmadığı; fakat çadırcı Pavlus’un ya da balıkçı Petrus’un başkanlık ettiği; Ruh’un ve kudretin kendilerini hissettirdiği toplantılardan birindeymişim gibi hissettirdi.”—a.g.e., s. 11, 12. BM18 274.1

Wesley İngiltere’ye döndüğünde, Moravyalı bir vaizin rehberliğinde Kutsal Kitap imanına ilişkin daha net bir anlayışa ulaştı. Kurtuluş için kendi işlerine olan tüm bağlılığını bir kenara bırakması ve “dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu”na4 tamamen güvenmesi gerektiğine ikna oldu. Londra’daki Moravyalılar derneğinde, Luther’in Allah’ın Ruhu’nun imanlının kalbinde gerçekleştirdiği değişimi açıklayan bir yazısı okundu. Wesley dinlerken ruhunda iman ateşi yandı. “Kalbimin tuhaf şekilde ısındığını hissettim” diyor. “Kurtuluş için Mesih’e, yalnızca Mesih’e güvendiğimi hissettim: ayrıca O’nun günahlarımı, benim günahlarımı dahi, ortadan kaldırdığı ve beni günahın ve ölümün yasasından özgür kıldığı güvencesi verildi.”—a.g.e., s. 52. BM18 274.2

Uzun yıllar süren yorucu ve rahatsız edici mücadele yıllar süren sert benliği inkâr, azar ve aşağılanmaboyunca, Wesley bu tek amacına, Allah’ı arayışına sıkı sıkıya sarılmıştı. Şimdi ise O’nu bulmuştu; ayrıca dualarla ve oruçlarla, sadakalar vererek ve fedakârlıkla kazanmaya çabaladığı lütfun “parasız, bedelsiz” 5olduğunu öğrenmişti. BM18 274.3

Mesih’in imanı bir kez kalbine yerleştikten sonra, tüm ruhu Allah’ın karşılıksız lütfuna ilişkin muhteşem müjdeyi her yerde duyurma arzusuyla yanmaya başladı. “Tüm dünyayı kendi kilise bölgem olarak görüyorum” dedi; “neresinde olursam olayım, kurtuluşun sevinçli haberini dinlemeye istekli olan herkese ilan etmeyi uygun, haklı ve zorunlu görevim olarak kabul ediyorum.”—a.g.e., s. 74. BM18 275.1

Disiplinli ve özverili yaşantısına, bu kez imanın temeli değil, sonucu olarak; kutsallığın kökü değil, meyvesi olarak devam etti. Allah’ın Mesih’teki lütfu Hristiyan umudunun temelidir ve bu lütuf itaat ile sergilenir. Wesley’nin yaşamı, öğrendiği muazzam gerçekleri vaaz etmeye adanmıştı: Mesih’in kefaret edici kanına iman yoluyla aklanma ve Mesih’in örnekliğine uygun bir yaşamda meyve vermesini sağlayan Kutsal Ruh’un kalpteki yenileyici işleyişi. BM18 275.2

Whitefield ile Wesleyler, çalışmalarına kendi kayıp durumlarına ilişkin uzun süren ve kesin kanaatleri ile hazırlanmışlardı; Mesih’in iyi askerleri olarak zorluklara katlanabilmeleri için, hem üniversitede hem de hizmete başlarken, aşağılanma, alay edilme ve zulmün çetin sınavlarına tabi tutuldular. Onlara ve kendilerine sempati duyan birkaç kişiye tanrısız öğrenci arkadaşları tarafından aşağılamak amacıyla Metodist6 adı verildi - bu ad günümüzde İngiltere ve Amerika’nın en büyük mezheplerinden biri tarafından şerefle kabul edilmektedir. BM18 275.3

İngiliz Kilisesi’nin üyeleri olarak onun ibadet şekillerine sıkı sıkıya bağlıydılar, fakat Rab kendi sözünde onlara daha yüksek bir standart sunmuştu. Kutsal Ruh onları Mesih’i ve O’nun çarmıha gerilişini vaaz etmeye sevk etti. En Yüce Olan’ın gücü çalışmalarına katıldı. Binlerce kişi ikna oldu ve gerçekten ihtida ettiler. Bu koyunların yırtıcı kurtlardan korunması şarttı. Wesley’nin yeni bir mezhep kurma gibi bir düşüncesi yoktu, fakat onları Metodist Bağlantı adı verilen bir grupta örgütledi. BM18 275.4

Bu vaizlerin yerleşik kiliseden gördükleri baskı hayret verici ve can sıkıcıydı; fakat Allah, kendi bilgeliği ile olayları, reformun kilisenin bizzat kendisinden başlayacağı şekilde yönlendirmişti. Tamamen kilise dışından gelmiş olsaydı, en çok ihtiyaç duyulduğu yere işlememiş olurdu. Fakat uyanış vaizleri kilise görevlileri olduğundan ve fırsat buldukça kilise sınırları içinde çalıştıklarından, gerçek, kapıların aksi halde kendisine kapalı kalacağı yerden girme fırsatı buluyordu. Ruhban sınıfından bazıları ahlaki uykularından uyanarak kendi kilise bölgelerinde gayretli vaizler haline geldiler. Şekilcilik yüzünden taşlaşmış olan kiliseler hayata döndüler. BM18 276.1

Kilise tarihinin tüm çağlarında olduğu gibi, Wesley’nin zamanında da çeşitli armağanlara sahip kişiler atandıkları işleri yapıyorlardı. Öğretileri harfi harfine aynı değildi, fakat tümü Allah’ın Ruhu tarafından harekete geçiriliyordu ve Mesih’e canları kazanma amacında birleşiyorlardı. Whitefield ile Wesleyler arasındaki farklılıklar bir ara yabancılaşma meydana getirme noktasına geldi; fakat Mesih’in okulunda yumuşak huyluluğu öğrendikçe, karşılıklı hoşgörü ve nezaket onları barıştırdı. Yanılgının ve fesadın her yerde cirit attığı ve günahkârların yıkıma gittiği bir dönemde tartışmaya vakitleri yoktu. BM18 276.2

Allah’ın hizmetkârları zorlu bir yolda yürüyorlardı. Nüfuzlu ve bilgili kişiler güçlerini onlara karşı kullanıyorlardı. Bir süre sonra ruhban sınıfından pek çok kişi kararlı bir düşmanlık gösterdi ve kiliselerin kapıları saf imana ve onu ilan edenlere kapandı. Ruhban sınıfının onları kürsüden suçlayarak tuttuğu yol, karanlık, cehalet ve fesat unsurları canlandırdı. John Wesley, Allah’ın merhametinin mucizesiyle defalarca ölümden kurtuldu. Kendisine karşı kalabalığın öfkesi tahrik edildiğinde ve kaçış yolu yok gibi görünürken, yanına insan suretinde bir melek geldi, kalabalık geri düştü ve Mesih’in hizmetkârı tehlikeli bölgeden güvenle uzaklaştı. BM18 276.3

Wesley, bu olaylardan birinde öfkeli kalabalığın elinden kurtuluşuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Kasabaya doğru inen kaygan bir yokuş inerken, pek çok kişi beni yere yıkmaya çalışıyor; bir kez düştüğümde bir daha kalkamayacağımı hesap ediyorlardı. Ancak ellerinden tamamen kurtuluncaya dek, kayıp düşmek bir yana, tökezlemedim bile. Pek çok kişi yakamdan ya da giysilerimden beni ele geçirmeye çalışmalarına rağmen, tutamıyorlardı bile: yalnızca biri yeleğimin cep kapağından sıkıca yakalayabildi, o da çok geçmeden elinde kaldı; içinde bir banknot bulunan diğer cebimin kapağının sadece yarısı koptu. Hemen arkamdaki güçlü bir adam büyük bir meşe sopasıyla bana birkaç kez vurmaya çalıştı o sopayla başımın arkasına bir kez vurmuş olsaydı, bütün o zahmete girmesine gerek kalmayacaktı. Ancak her seferinde darbe bir yana sapıyordu, nasıl olduğunu bilmiyorum; zira ne sağa ne de sola hareket edemiyordum... Kalabalığın arasından başka biri koşarak geldi ve vurmak için kolunu kaldırdı, fakat aniden serbestçe bırakarak başımı okşadı ve ‘ne kadar da yumuşak saçı var!’ dedi... Kalpleri geri dönen ilk kişiler kasabanın kahramanlarıydı, her olayda kalabalığın elebaşlarıydı, içlerinden biri ayıköpek kavgaları yapılan yerde ödül için dövüşen biriydi. BM18 277.1

“Allah bizi kendi amacı için nasıl da yumuşak adımlarla hazırlıyor! İki yıl önce bir tuğla parçası omuzlarımı sıyırıp geçti. Bundan bir yıl sonra gözlerimin arasına bir taş vurdu. Geçen ay bir darbe, bu akşam ise biri kasabaya gelmemizden önce, biri de ayrıldıktan sonra olmak üzere iki darbe aldım; fakat ikisi de sanki hiçbir şeydi: zira bir adam bütün gücüyle göğsüme vurdu, bir diğeri ise ağzıma o kadar kuvvetli vurdu ki hemen kan geldi, fakat iki darbeden de ancak bana saman çöpüyle vuruyorlarmış gibi bir acı hissettim.”—John Wesley, Works [Eserler] , 3. cilt, s. 297, 298. BM18 277.2

İlk zamanlarda Metodistler vaizler kadar sıradan halk da,kilise üyelerinin ve onların saptırmalarının etkisi altında kalan açıkça dinsizlerin alaylarına ve zulmüne maruz kaldılar. Adliye mahkemelerine çıkarıldılar - bunlar yalnızca ismen adliyeydi, zira zamanın mahkemelerinde adalet nadir görülen bir şeydi. Çoğunlukla kendilerine zulmedenlerden şiddet gördüler. Ayaktakımı grupları evden eve gezerek eşyaları tahrip ediyor, istedikleri şeyleri yağmalıyor ve erkekleri, kadınları, çocukları acımasızca dövüyorlardı. Bazı durumlarda duyuru panolarına ilanlar asılıyor, Metodistlerin camlarını kırmaya ve evlerini soymaya yardımcı olmak isteyenler belirli bir zamanda ve yerde toplanmaya çağrılıyorlardı. Hem insanî hem de ilahî yasaların bu açık ihlallerine hiçbir kınama olmadan izin veriliyordu. Tek suçları günahkârları yıkım yolundan kutsallık yoluna çevirmeye çalışmak olan insanlara karşı sistematik bir zulüm uygulanıyordu. BM18 278.1

John Wesley, kendisine ve çalışma arkadaşlarına yöneltilen suçlamalarla ilgili olarak şunları söyledi: “Bazı kişiler bu insanların öğretilerinin yanlış, hatalı ve fanatik olduğunu; yeni ve yakın zamana dek duyulmamış olduğunu; Kuveykırcılık, 7 bağnazlık, papacılık olduğunu ileri sürmekteler. Bu iddia, bu öğretinin her dalının kendi kilisemiz tarafından yorumlanan açık Kutsal Yazı öğretisi olduğunun bütün ayrıntılarıyla gösterilmesiyle, halihazırda kökünden yok edilmiştir. Bu nedenle, Kutsal Yazı’nın doğru olması halinde, bu öğreti yanlış ya da hatalı olamaz.” “Diğerleri ise şunu ileri sürüyor: ‘Öğretileri çok katı; cennete giden yolu daraltıyorlar.’ Gerçekte bu başlangıçtaki itiraz (ki bir süre için neredeyse tek itirazdı) ve farklı şekillerde görünen daha bin itirazın en dibinde gizlenmekte. Peki bunlar göğe giden yolu Rabbimiz’in ve O’nun elçilerinin yaptığından daha mı dar bir hale getiriyorlar? Onların öğretisi Kutsal Kitap’tan daha mı katı? Yalnızca birkaç açık bölümü düşünün: ‘Tanrınız RAB’bi bütün yüreğinizle, bütün canınızla, bütün gücünüzle seveceksiniz.’ 8 ‘İnsanlar söyledikleri her boş söz için yargı günü hesap verecekler.’ 9 ‘Ne yer ne içerseniz, ne yaparsanız, her şeyi Tanrı’nın yüceliği için yapın.’ “ 10 BM18 278.2

“Öğretileri bundan daha katı ise suçlanabilirler; fakat kendi vicdanınızda biliyorsunuz ki, değil. Hem kim Allah’ın sözünü çarpıtmadan bir nebze daha az katı olabilir ki? Allah’ın sırlarının vekilharçlarından biri, o kutsal emanetin herhangi bir kısmını değiştirirse sadık bulunabilir mi? Hayır. Hiçbir şeyi hafifletemez, hiçbir şeyi yumuşatamaz; tüm insanlara şöyle ilan etmekle yükümlüdür: ‘Kutsal Yazı’yı keyfinize uygun hale getiremem. Ona uygun davranmalısınız, yoksa sonsuza dek yok olursunuz.’ ‘Bu insanların merhametsizliği’ ile ilgili diğer yaygın görüşün gerçek temeli budur. Merhametsizler, öyle mi? Ne bakımdan? Açları doyurmuyor, çıplakları giydirmiyorlar mı? ‘Hayır; mesele o değil: bu konuda eksik değiller: fakat yargıda çok merhametsizler! kendilerinin yolunda yürüyenler dışında hiç kimsenin kurtulamayacağını düşünüyorlar.’ “—a.g.e., 3. cilt, s. 152, 153. BM18 279.1

Wesley’nin zamanından hemen önce İngiltere’de sergilenen ruhsal çöküş, büyük ölçüde yasa tanımaz öğretinin bir sonucuydu. Pek çok kişi Mesih’in ahlaki yasayı iptal ettiğini ve bu nedenle Hristiyanların artık bunu yerine getirmek zorunda olmadıklarını; imanlının “iyi işlerin esaretinden” özgür kılındığını ileri sürüyordu. Diğerleri, yasanın sürekliliğini kabul etmelerine rağmen, din görevlilerinin halkı bunun ilkelerine uymalarını teşvik etmelerinin gereksiz olduğunu söylüyorlardı, zira Allah’ın kurtuluş için seçtiği kişiler “ilahî lütfun karşı konulamaz dürtüsüyle, dindarlık ve erdem işlemeye yönlendirilecekti,” ebedî cezaya mahkûm olanların ise zaten “ilahî yasaya itaat etmeye güçleri yoktu.” BM18 279.2

“Seçilmiş olanların gözden düşemeyeceğini ve ilahî lütuftan mahrum kalamayacağını” savunan başkaları ise, daha da korkunç bir düşünceye, “onların işledikleri kötü davranışların gerçekten günahlı olmadığı, ilahî yasayı ihlal ettikleri anlamına da gelmeyeceği, dolayısıyla günahlarını itiraf etmeye ya da tövbe ederek onları ortadan kaldırmaya ihtiyaçlarının olmadığı” sonucuna ulaştılar.—McClintock ve Strong, Cyclopedia [Ansiklopedi], “Antinomians” [Yasa Tanımazlar] maddesi. Bu nedenle, en aşağılık günahlardan birinin, “ilahî yasanın muazzam şekilde ihlali olduğu genel kabul gören” bir günahın dahi, seçilmişlerden biri tarafından işlenmesi halinde “Allah’ın gözünde günah olmadığını,” “zira seçilmişlerin temel ve belirgin özelliklerinden birinin, Allah’ı hoşnutsuz edici ya da yasa tarafından yasaklanmış bir şey yapamayacakları olduğunu” beyan ettiler. BM18 280.1

Bu rezil öğretiler, daha sonra gelen gözde eğitimcilerin ve ilahiyatçıların öğrettiği, doğruluk standardı olarak değişmez bir ilahî yasa olmadığı, fakat ahlak standardının toplum tarafından belirlendiği ve sürekli olarak değişime tabi olduğu şeklindeki düşünceyle temelde aynıdır. Tüm bu fikirler aynı efendinin ruhu, henüz göğün günahsız sakinleri arasındayken Allah’ın yasasının haklı kısıtlamalarını bozma uğraşına başlamış olan kişi tarafından ilham ediliyordu. BM18 280.2

İnsanların karakterlerinin değiştirilemez şekilde belirlenmiş olduğunu bildiren “ilahî buyruklar” öğretisi, pek çok kişinin Allah’ın yasasını fiilen reddetmesine neden oldu. Wesley yasa karşıtı öğretmenlerin yanılgılarına kararlılıkla karşı çıktı ve yasa tanımazlığa yol açan bu öğretinin Kutsal Yazılar’a aykırı olduğunu ortaya koydu. “Tanrı’nın bütün insanlara kurtuluş sağlayan lütfu ortaya çıkmıştır.” “Böyle yapmak iyidir ve Kurtarıcımız Tanrı’yı hoşnut eder. O bütün insanların kurtulup gerçeğin bilincine erişmesini ister. Çünkü tek Tanrı ve Tanrı’yla insanlar arasında tek aracı vardır. O da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş bulunan Mesih İsa’dır” (Titus 2:11; 1. Timoteos 2:36). Allah’ın Ruhu, her insanın kurtuluş araçlarına sahip olabilmesi için karşılıksız olarak verilir. Böylece “dünyaya gelen... gerçek Işık” olan Mesih, “her insanı aydınla[tır]” (Yuhanna 1:9). İnsanlar yaşam armağanını bilinçli olarak reddederek kurtuluştan mahrum kalırlar. BM18 280.3

Wesley, Mesih öldüğünde On Emir’in ilkelerinin törensel yasayla birlikte iptal edildiği iddiasına yanıt olarak şunları söyledi: “O, On Emir’de yer alan ve peygamberlerin icra ettiği ahlaki yasayı ortadan kaldırmadı. O’nun gelişinin amacı bunun herhangi bir bölümünü iptal etmek değildi. Bu, hiçbir zaman bozulamayacak, ‘göklerde güvenilir bir tanık ola[rak]... sonsuza dek kalacak’ 11 bir yasadır... Bu, dünyanın kuruluşundan beri ‘taş levhalara değil,’ 12 tüm insanoğullarının yüreklerine, Yaratıcı’nın elinden çıktıklarında yazılmıştır. Bir zamanlar Allah’ın parmağıyla yazılmış olan harfler, her ne kadar şimdi büyük ölçüde günahla kirletilmiş olsalar da, iyiyi ve kötüyü bildiğimiz sürece tamamen iptal edilemezler. Bu yasanın her kısmı tüm insanlık üzerinde ve her çağda; zamana veya mekana ya da değişikliğe tabi diğer koşullara değil, ancak Allah’ın doğasına ve insanın doğasına ve birbirleriyle olan değişmez ilişkiye bağlı olarak yürürlükte kalmalıdır. BM18 281.1

” ‘Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.’ 13 ... Şüphesiz, İsa’nın burada söylemek istediği (metnin öncesinde ve sonrasında yer alan her şeyle tutarlı olarak) şudur - insanların tüm açıklamalarına rağmen onu tamamıyla tesis etmeye geldim: burada karanlıkta kalan ya da anlaşılmaz olan her ne varsa tam ve net bir görüş kazandırmaya geldim: her kısmının gerçek ve tam anlamını beyan etmeye; içinde yer alan her emri, enine ve boyuna tüm boyutlarıyla göstermeye ve tüm dallarındaki tarif edilemez paklık ve ruhsallığı derinlemesine açıklamaya geldim.”—Wesley, 25. vaaz. BM18 281.2

Wesley yasanın ve müjdenin mükemmel uyumunu açıkladı: “Bu nedenle, yasa ile müjde arasında tasavvur edilebilecek en yakın bir bağlantı mevcuttur. Bir yandan, yasa sürekli olarak müjdeye yol açar ve bizi ona yönlendirir; diğer yandan, müjde sürekli olarak bizi yasayı daha kesin bir şekilde yerine getirmeye sevk eder. Örneğin yasa, bizden Allah’ı sevmemizi, komşumuzu sevmemizi, yumuşak huylu, alçakgönüllü ve kutsal olmamızı ister. Bu şeyler için yeterli olmadığımızı hissederiz; evet, ‘insanlar için bu imkânsızdır;’ 14 fakat Allah’ın bize o sevgiyi verme, bizi yumuşak huylu, alçakgönüllü ve kutsal kılma vaadini görürüz: bu müjdeye, bu sevinçli habere sarılırız; bize imanımıza göre davranılır; ve Mesih İsa’ya olan iman yoluyla ‘yasanın adil gereği... bizlerde yerine ge[lir]’ . 15. BM18 282.1

Wesley, “Mesih’in müjdesinin en büyük düşmanları arasında” dedi, “alenen ve açıkça ‘Yasa’yı yargılayanlar’ ve ‘Yasa’ya karşı konuşanlar’; 16 insanlara yasanın yalnızca en küçüklerinden birini değil, emirlerin tümünü birden bozmayı (feshetmeyi, serbest bırakmayı, zorunluluğunu ortadan kaldırmayı) öğretenler bulunmaktadır... Bu güçlü aldatmacaya katkıda bulunan tüm durumların en şaşırtıcısı, buna kapılanların Mesih’in yasasını yıkarak O’nu şereflendirdiklerini, O’nun öğretilerini yerle bir ederken O’nun makamını yücelttiklerini sanmalarıdır! Evet, O’nu tıpkı Yahuda’nın ‘Selam, Rabbî!’ diyerek O’nu öptüğü17 gibi şereflendirmektedirler. O ise her birine haklı olarak ‘İnsanoğlu'na bir öpücükle mi ihanet ediyorsun?’ 18 diye sorabilir. O’nun kanından bahsederek tacını elinden almak; O’nun müjdesini ilerletme görüntüsü altında yasasının herhangi bir kısmını hafife almak, O’nu bir öpücükle ele vermekten başka bir şey değildir. Gerek doğrudan, gerek dolaylı olarak itaatin herhangi bir bölümünü ortadan kaldırmaya yönelik olan bir imanı vaaz eden; Allah’ın emirlerinden en küçüğünü dahi iptal etmek ya da herhangi bir şekilde zayıflatmak amacıyla Mesih’i duyuran hiç kimse, bu suçlamadan kurtulamaz.”—a.g.e. BM18 282.2

“Müjdenin vaaz edilmesi yasanın tüm hedeflerini yerine getirir” iddiasında bulunanlara Wesley şu yanıtı verdi: “Bunu kesinlikle reddediyoruz. Yasanın ilk hedefini, yani insanları günaha dair iknayı, cehennemin kıyısında dururken hâlâ uyuklayanları uyandırmayı yerine getirmez. Elçi Pavlus, “Yasa sayesinde günahın bilincine varıl[dığını]” 19 beyan eder, “ve insan günaha dair ikna olmadan, Mesih’in kefaret edici kanına olan ihtiyacını gerçek anlamda hissetmeyecektir. Rabbimiz’in kendisinin belirttiği gibi, ‘sağlamların değil, hastaların hekime ihtiyacı vardır.’ 20 Bu nedenle sağlamlara, ya da en azından kendisini sağlam sananlara, doktor sunmak saçmadır. Öncelikle onları hasta olduklarına ikna etmek zorundasınız; aksi halde emekleriniz için size teşekkür etmeyeceklerdir. Mesih’i kalbi sağlam olan, henüz kırılmamış olanlara sunmak da aynı derecede saçmadır.”—a.g.e., 35. vaaz. BM18 283.1

Böylece Wesley, müjdeyi vaaz ederken, Efendi’si gibi “Kutsal Yasa’yı büyük ve yüce kılma[ya]” 21 çalıştı. Allah’tan kendisine verilen görevi sadakatle tamamladı ve muhteşem sonuçlarını görmesine izin verildi. Yarım yüzyıldan fazlası gezgin vaizlikte geçen seksen yılı aşkın ömrünün sonunda, bilinen izleyicilerinin sayısı yarım milyon canın üzerindeydi. Fakat onun çalışmaları aracılığıyla günahın yıkımından ve aşağılamasından kurtarılarak daha yüce ve daha pak bir yaşama yükseltilen büyük kalabalıkları ve onun öğretileri sayesinde daha derin ve daha zengin bir deneyime kavuşan kişilerin sayısını, tüm kurtarılanlar ailesi Allah’ın krallığında bir araya toplanıncaya dek bilemeyeceğiz. Onun yaşamı her Hristiyan’a paha biçilemez değerde bir ders sunmaktadır. Keşke Mesih’in bu hizmetkârının imanı ve alçakgönüllülüğü, yorulmak bilmeyen gayreti, özverisi ve bağlılığı günümüz kiliselerinde de görülebilse! BM18 283.2